Keşfetmeyi, adrenalini, karamsar fotoğrafları ve mekânların hikâyelerini aktarmayı seviyor. İbrahim Akgün’ün portfolyosu eşliğinde İstanbul’da bir geziye çıktık ve şehrin metruk binalarını keşfettik.
Fotoğrafla ilgilenmeye nasıl başladın? İlk çektiğin kareleri hatırlıyor musun?
Fotoğraf merakım yaklaşık beş yıl önce Instagram ile başladı. İlk başlarda eski evlerin dışarıdan görünümleri, paslı çiviler, çöpe atılmış eşyalar ve eski otomobillerin fotoğraflarını çekerdim. Fakat bir süre sonra bunun bana yetmediğini düşünerek farklı bir şeyler yapmak istedim ve terk edilmiş mekânların içlerine girerek onların hikâyelerini resmetmeye, arşivlemeye başladım. Hobi olarak başlayan fotoğraf merakım şu an profesyonel keşif ve belgesel fotoğrafçılığı noktasında.
Daha fazlasını istediğini söylüyorsun ancak seni metruk yapıları fotoğraflamaya çeken başka şeyler de olmalı…
Keşfetmeyi, adrenalini, karamsar fotoğrafları seviyorum. Bu mekânların hikâyelerini anlatmak hoşuma gidiyor. Bir yeri çekiyorsunuz sonra bir bakıyorsunuz yok olmuş, yerine yeni bir beton yığını yapılmış ve sadece geriye çektikleriniz kalmış. Tarih olan o mekâna girmeyi başarıp fotoğraflamak ile “keşke yıkılmasaydı” demek arasında pek çok duygu yaşıyorsunuz.
Hikâyesi olan yerleri fotoğraflamak senin de anılar biriktirmeni sağlıyordur…
Aslında girdiğim her mekân başlı başına bir anı benim için. Orda geçen farklı yaşamlar, hikâyeler, terk edilmişlikler fotoğrafla ölümsüzleşip anılarınıza yerleşiyor. Ufak tefek pirelenme olayları, köpek kovalamaları, aniden odanın birinde karşınıza çıkan bir evsizin bakışları gibi anlar da bu anılara eşlik ediyor zaman zaman. Fakat aklımdan çıkmayan tek yer, Çernobil faciası sonrası boşaltılan Ukrayna’daki Pripyat şehriydi. Orada hissettiklerim, çektiklerim, soluduğum hava hiçbir anının yerini tutamaz. Bu fotoğraf disiplini seven herkesin mutlaka gidip çekim yapması ve deneyimlemesi gereken bir yer.
Yapılar oldukça eski, güvenlik açısından korku duyduğun zamanlar oluyor mu?
Her an korku duyuyorum. Belki de bunu seviyorum. Bu mekânlarda her an bastığınız yer çökebilir, ayağınıza çivi batabilir, karşınıza bir hayvan, bir madde bağımlısı ya da özel mülkün bekçisi çıkabilir. O yüzden tüm önlemleri almanız gerekiyor. Asla yalnız keşif yapmayın ya da gittiğiniz yeri mutlaka birine söyleyin. Yanınızda el feneri, dolu telefon ve maske mutlaka bulunsun. Bu şartlarda tehlikeleri minimuma indirebilirsiniz ama asla sıfırlayamazsınız.
Fotoğraflamak için bir türlü fırsat bulamadığın bir mekân var mı?
Bugüne kadar planladığım her mekâna bir şekilde girdim. Genelde izinsiz girmek zorunda kalıyorum. Birkaç kez deneyip giremediğim tek mekân Büyükada’daki tarihi Rum Yetimhanesi. Yıkılma tehlikesi çok yüksek bir ahşap bina. O yüzden izin alamadım. Fakat önümüzdeki günlerde bir yolunu bulup fotoğraflamak istiyorum.