Çağdaş Edebiyatımız önemli isimlerinden fantastik kurgu yazarı Sezgin Kaymaz’ın eserlerinde hep hayvan kahramanlarda vardır. Yeni romanı “Kün” de (İLETİŞİM YAYINLARI) yine bir köpeği konuşturuyor. Hem de Konya ağızıyla!
4
“Lucky” adlı romanınızın başkahramanı bir köpek. Hayvanlar hemen her romanınızda yer alıyor.
“Lucky”yi bana, yakalamaya çalıştığımız bir fareyi güya bize çaktırmadan koruma altına alan, hayvanı tutmak için evin muhtelif yerlerine koyduğumuz tutkallı kartonları, peynirli kartonla değiştirerek bizi semirmiş bir fare sahibi yapan kızımın yüreğindeki sevda ilham etmişti. O zamana kadar da vardı kediyle köpekle dostluğumuz ama o olay bizi başka bir boyuta taşıdı. İnsan o boyutta yaşamaya başlayınca, kendini bazı varlıkların efendisi gibi görmeyi bırakıp her varlığın paydaşı, kaderdaşı gibi görmeye başlıyor. Böyle olunca da bu hayatın hikâyesini yazanın yazdığını, sizin hikâye falan yazmadığınızı, ezelde yazılmış o hikâyede diğer kahramanlar kadar, ne eksik ne fazla, hasbelkader bir rolünüz olduğunu anlamaya başlıyorsunuz. Rol kapmaktan vazgeçiyor, nasıl ki insanlarla paylaşıyorsanız bu dünyayı, ne eksik ne fazla hayvanlarla da paylaştığınızı idrak edip kalbinizin kapılarını açıveriyorsunuz. O güzellikler de ömrünüzün ta içine birer ikişer girmeye başlıyor. Aynı var oluşun uzantıları oluyorsunuz birlikte. Et tırnaktan ayrılmıyor. Yazıyorsunuz. Zaten hayatınızın içindeler.
Siz çocuğunuza bu sevgiyi nasıl aşıladınız?
Kızımız Yağmur’u doğumunun ikinci gününde eve getirmiştik. Bebek pusetiyle içeri girdik ve hiç tereddüt etmeden hayatımızı paylaştığımız köpeklerin arasına koyduk. Çok merak ediyorlardı. Her biri tek tek koklayıp öperek “Hoşgeldin!” dedi ona. Sonra da bizden çok onlar üstüne titredi. Meselâ Yağmur’u yan komşu misafirliğe aldığında bizim evde kıyamet kopardı “Niye verdiniz?” diye. Geri gelinceye kadar köpekler bahçe duvarının dibine oturup ağlardı. Taytay durmayı öğrendiğinde Güllü (kangalımız) hemen koşup yanına gider, tutunması için dayanak olurdu ona. Okul çağında, sabahları koynuna yeni doğmuş kedi köpek yavruları koyardık; hiç mızmızlanmadan, onlarla oynaşıp kıkırdayarak fırlardı yatağından, güle oynaya okula giderdi. Biraz büyüyünce eşim her ikisi için birer beslenme çantası hazırlayıp boyundan büyük dobermanla gönül rahatlığıyla gezmeye yollardı onu. Abla kardeş tin tin misafirliğe giderlerdi. Evin önünden geçen sokak kedilerini ve köpeklerini beslerdik her gece. Kızım da bizimle oturup onlara isim koyar, arkadaşlık kurardı. Bu hep böyle devam etti. Hayatın paylaşmakla hayata benzediğini çok küçük yaşta öğrendi o. Üniversiteyi ona tuttuğumuz evde, sokaktan bulup evlat edindiği Dona ve bizim kanserli Betül’le beraber okuyup bitirdi.