Sanat sayımız için çalışmaları Paul Kasmin Gallery (New York), 8. ve 9. İstanbul Bienalleri, İstanbul Modern, Boijman Van Beuningen Müzesi (Rotterdam) gibi dünyanın önde gelen müzeleri ve sanat kurumlarında sergilenen dünyaca ünlü sanatçımız Taner Ceylan’la iş birliği yapacağımız belli olduğunda enerjimiz tamamen değişti ve bütün ay farklı bir ruh hali içinde geçti. Önce, hiper gerçek çalışmalarıyla parlayan sanatçıyla Nişantaşı’nda bir kafede buluştuk. Ceylan’ın önceliği genç yetenekler ve sanatın son zamanlarda bir yatırım aracı olarak görülmesinin yanlışlığıydı. Sayfalarımızda bu iki konuya genişçe yer verdik. Sıra Taner Ceylan’la gerçekleştireceğimiz fotoğraf çekimine geldiğinde yine genç bir yetenek olan moda fotoğrafçısı Cihan Öncü ile çalışmaya karar verdik. Sonrasında zaman hızlı geçti. Öncü’nün yaratıcılığıyla beraber çok keyifli bir çekim gerçekleşti. Ceylan’ın stüdyosundaki kedilerin pozitif enerjileri, camdan yansımalar, arka planda sanatçının son çalışması, müzik, sohbetler derken sıra röportaja geldi. Öyle bir röportajdı ki sanki başka bir boyuttaydık. Evrim dedik, önceki yaşamlar dedik, pes etmemek dedik, belki de hepsini, sanatçının son serisi “Altın Çağ’da” birleştirdik.
tanerceylangal
Türkiye’deki galericilik sistemiyle bulunduğunuz pozisyona gelmek mümkün mü?
Ne yazık ki İstanbul dünyanın sanat merkezlerinden biri değil. Sanatınızın gerekli merciiler tarafından tanınması için dünyada iki-üç tane olan sanat merkezlerinde bulunmalısınız. Ancak ben de Türkiye’deki galerilerden geçtim. Beni New York’un göbeğine taşıyan sistem de bu sistemdir. Demek ki oluyormuş! Dünyanın en yetenekli sanatçılarına sahibiz. 10 yıl öncesine nazaran her şey çok değişti; bağlantılar güçlendi, Türk sanatçıların işleri artık uluslararası müzelere giriyor. Buradaki galericilerin ve sanat kurumlarının yapması gereken şey sanatı en iyi şekilde sunmak...
Bu aralar siyasette yer alan isimlerin koleksiyon yaptığı haberlerini de alıyoruz. Bununla ilgili düşünceleriniz neler?
Siyasetin içinde olanların sanat koleksiyonu yaptığını duyuyorum. Sistem sanatı bu kadar desteklemezken, sistemi yaratan kişilerin koleksiyon yapması oldukça garip…
Günümüzde sanatla politikanın ilişkisini nasıl tarif edersiniz, sanatın her koşulda politik bir yönü olmalı mıdır?
Sanatın kendisi siyasidir. “Ben sistemin karşısındayım, sizin sisteminize muhalifim ve istediğim şeyi resmediyorum, istediğim şeyin heykelini, videosunu yapıyorum, şu fabrikada çalışıp kimsenin elemanı olmuyorum, size bağımlı değilim” demek ciddi bir siyasi duruştur.
Cinsiyetler arasında gidip gelmek… İşlerinizde buna çok rastlıyoruz. Bu tema ilk resim yapmaya başladığınızdan bu yana hayatınızda nasıl bir yol izledi?
Samimi olmadığınız, savunmadığınız hiçbir şeyi zaten tuvale aktaramıyorsunuz. Bedensel kimlikler, cinsiyetler bir varoluş halidir. Bedenin bir haz nesnesinden ziyade tanrısal bir araç olduğuna inanıyorum. Beden evrendeki en estetik, en güzel varlık. Asırlar boyunca resimlere baktığınızda o dönemin siyasi konjonktürünü görüyorsunuz. Mesela Rönesans Dönemi’nde kadınların göğüsleri bastırılmıştır; dişilik ortaya çıkmaz, erkekler ise bütün ihtişamıyla ortadadır. Erkeğin yüceltildiğini, kadınların ise ötelendiğini resimlerden görebilirsiniz. 50-100 yıl sonra resimlerime bakıldığında, ne kadar katmamaya çalışsam da resimlerim üzerinden siyaset okunacaktır. Ben beden üzerinden yeni diller oluşturmaya çalışıyorum. Buna ömür yetecek mi bilmiyorum. İşin daha çok başındayım, kafamda bir imge var ama daha oraya yakınlaşamadım bile.
Belki çok klasik ama nelerden ilham aldığınızı sormak istiyorum.
Klasik değil çok doğru bir soru bu çünkü bunun da şekli değişiyor, ilham alırken istikrarlı olmak gerekiyor. Bugün birçok şeyden ilham almaya meyilliyiz. Frene basmak, belli bir kanaldan kararlılıkla ilerlemek gerekiyor. Temel olarak insan bedeni, duygular, müzik parçaları, sanat eserleri ve müze gezmek bana ilham veriyor.