SothebY’s’de Bir Türk – Elif Bayoğlu
Dünyanın en büyük sanat müzayedelerini gerçekleştiren Sotheby’s’in İran, Orta Doğu ve Türkiye’den sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Elif Bayoğlu ile Türkiye’de sanat üzerine söyleştik.
Sotheby’s’de İran, Ortadoğu ve Türkiye bölgelerinden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak çalışıyorsunuz. Bu noktaya gelmek için nasıl bir yoldan geçtiniz?
Northwestern Üniversitesi’nde ekonomi okurken Floransa ve Medici ailesiyle ilgili bir ders aldım ve sonrasında sanat tarihi de okumam gerektiğini fark ettim. Üniversiteden sonra, New York’ta Çin sanatı üzerine yoğunlaşan bir galeride çalıştım. Ardından Art Business (Sanat Ticareti) yüksek lisansı yapmak üzere Sotheby’s Institute’a gittim. Mezuniyet tezimi “Çağdaş Türk Sanatı Pazarı” üzerine yazdıktan sonra o sırada Sotheby’s’in Londra’da başlattığı çağdaş Türk sanatı müzayedelerinde çalışmak üzere Ali Can Ertuğ tarafından Sotheby’s’e alındım. 2009-2012 yılları arasında bu satışları gerçekleştirdik. Son iki satışta müzayedelerin başında yer aldım. Bu süre zarfında Sotheby’s’in Londra ve Doha’daki çağdaş Arap ve İran sanatı müzayedelerinde de çalıştım. Böylelikle bu bölgenin de uzmanlığını yapmaya başladım. 2012’den bu yana çağdaş Türk sanatı satışlarını müzayede şeklinde yapmak yerine satışlı sergi olarak gerçekleştirmeye karar verdik. Bu yöndeki ilk sergimiz 27 Mart – 2 Nisan tarihleri arasında “At the Crossroads: Contemporary Art from Istanbul to Kabul” başlığı altında gerçekleştirilecek.
Orta Doğu ve Türkiye’deki modern sanatı karşılaştırınca ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
Orta Doğu ve Türkiye sanatı arasındaki en büyük fark Orta Doğu’daki işlerin daha politik olması ve kaligrafinin öne çıkması. Fakat iki bölgenin sanatı arasında büyük benzerlikler var. Her iki bölgede de resimle birlikte “new media” (yeni medya) çok öne çıkıyor. Video ve enstalasyona iki bölge de çok önem ve yer veriliyor.
En beğendiğiniz Türk sanatçılar kimler?
Açıkçası beğendiğim bütün Türk sanatçıları saymam çok uzun sürebilir ve birini diğerinden daha fazla öne çıkarmak istemem. Yüksel Arslan her zaman favorilerimden oldu. Bu ara Fatma Bucak ve Nevin Aladağ’ı da yakından takip ediyorum.
İstanbul’daki sanat camiasına bakıp yaşadığınız şehir Londra ile karşılaştırınca ne gibi eksiklikler görüyorsunuz?
Türkiye’nin sanatla olan ilişkisi Londra’da ve genel olarak İngiltere’de olduğu gibi çok eskiye dayanıyor. En büyük fark İngiltere’de sanat pazarı ve sanat alışverişinin daha eski zamanlarda başlamış olması. Örneğin Sotheby’s 1744 yılında İngiltere’de kurulmuş bir şirket ve önceleri kitap satışlarıyla başlasa da o günden beri müzayedeler gerçekleştiriyor. Türkiye’de sanat alımı daha çok sultanların, Cumhuriyet zamanında ise devletin himayesi altında gerçekleşmiş. Son 15 yılda ise özel alımlar giderek artmaya başladı. Çok hızla ilerleyen ve büyüyen bir pazar haline geldik. Türkiye’de gördüğüm en büyük eksik, Londra’daki National Gallery, Tate Britain ve Tate Modern gibi yüzyıllardır var olan ve yabancı sanatçılar ile o ülkenin sanatını bir arada bağımsız bir şekilde gösteren kurumların var olmaması. Türkiye genellikle özel müzelerle beslenen bir ülke. Türkiye’deki sanatseverlerin, sanatçıların ve koleksiyonerlerin kendilerini geliştirmeleri açısından Londra’daki gibi müzelerin açılması çok önemli. Aslında Pera Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul Modern ve Arter gibi mekânların yabancı sanatçılarla düzenledikleri sergilerle bu gelişim başladı bile.
İstanbul’da son dönemlerde yaşanan sanat patlaması ile ilgili görüşleriniz neler? Deneyimlerinize dayanarak bu patlamanın arkasında gerçekten sanattan anlayan bir kitle yattığını düşünüyor musunuz?
Türkiye’deki sanatsever kitleyi küçük görmemek lâzım. Kendini çok iyi eğiten ve sanatı Türkiye içinde ve yurt dışında yakından takip edip aynı zamanda her yönden destekleyen sanatsever bir kitle var. Bir Türk olarak Türkiye’nin son 50 yılda geldiği noktadan gurur duyuyorum. Sanat piyasası çok organik, kendi yolunu bularak büyümeye devam ediyor. Yeni açılan müzeler, galeriler ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar da bunun en büyük örnekleri.
Sanat bir “yatırım aracı” mıdır?
Sanat bir yatırım aracı olarak görülmemeli. Sanat yatırımı çok kolay görünse de risk taşır. Sanatı satın alırken çok iyi araştırma yapıp estetik ve içerik olarak size hitap eden, beraber yaşamaktan zevk alacağınız işler almak uzun sürede her zaman çok daha iyi sonuçlar getirecektir.
İstanbul’da en sık gittiğiniz mekânlar ve en sevdiğiniz semtler hangileri?
En sık gittiğim semtler Beyoğlu, Tophane ve Akaretler çünkü galeriler daha çok buralarda konumlanıyor. Son zamanlardaki en farklı ve deneysel yerler Beyoğlu’nda olduğu için oradaki yerlere gitmeyi tercih ediyorum. En son gittiğim ve çok beğendiğim restoran ise Yeni Lokanta.