13 Ağustos – 5 Ekim tarihleri arasında Pera Müzesi’nde yer alan “Duvarların Dili: Graffiti / Sokak Sanatı” sergisini gezerken müzenin duvarlarında dolaşan isyankar ruhu hissetmiştim. Tıpkı yaz güneşinin enerjisini hissettiğim gibi…
4
MARE 139
Sıra sergiyi gezmeye geliyor. Bir eserden diğerine geçerken kendimi sokaklarda hissetmiyorum, hayır. Bir müzenin içerisindeyim ama farklı bir duygu var. Şık bir yerdeyim ama ortama isyankâr bir hava hâkim. Gördüğüm her graffiti’de New York, Paris, Berlin sokaklarına yolculuk ediyorum. Her şehrin o belli sokağına sahip olan sanatçısı da röportaj yapayım diye beni bekliyor sanki. Hangisiyle röportaj yapacağıma karar veremediğim o anda karşıma Mare 139 çıkıyor. Sanatçı “yazmaya” 1976 yılında efsanevi Lee Quinones tarafından boyanmış bir treni gördükten sonra başlamış. Yoksul, saldırgan ve ötekileştirilmiş bir şehirde büyüyen Mare’ye göre graffiti, ardında kendinden bir işaret bırakmaya yönelik ilkel bir dürtü. İlk yıllarında geleneksel bir üslup kullanan sanatçı, yıllar içinde değişik mecra ve yüzeyler deneyerek güzel sanatlar alanına yakın olduğunu göstermiş. 1985 yılında heykel denemelerine başlamış. Harfleri soyut formlarla döndürerek heykeller yaratmaya başlamış. Son dönemlerde İstanbul’a yaptığı seyahatlerden, özellikle de Sultanahmet Camii ve Ayasofya’dan çok etkilenmiş. Ben de Mare 139’a İstanbul’dan ilham alarak sergi için yarattığı heykeli sordum: “İstanbul’a ilk gelişim akademik bir sebep içindi. ABD’deki Duke Üniversitesi’nden bir grupla beraber çalışıyordum. Amaçları Doğu ile Batı’yı sanat aracılığıyla birleştirecek yollar bulmaktı. Bu konuda bir sunum yapmamı istediler. Ben de gençlerden, gençlerin dünyada olup bitene tepkilerinden yola çıktım. Sunumumda, benim gibi azınlık mahallelerinde büyüyen çocukların, sokak sanatıyla kimliklerini nasıl buldukları üzerinde durdum. Tunus, Mısır, Türkiye gibi ülkelerin sokaklarında ne kadar çok graffiti olduğunu keşfettim. Bu da çok önemli çünkü gençler bu şekilde kendilerini ifade ediyorlar. Daha da önemlisi, bu kişisel ve evrensel değişim için yapılan bir hareket, bir duruş. Sunumu yaptığımda üniversitedekiler çok etkilenmişti. Graffitinin evrensel bir fenomen olduğunun farkında değillerdi. Akademik bir çalışma olduğu için İslam, İslam kültürü ve Türkiye hakkında pek çok bilgi edinme fırsatım oldu. Tek yapmam gereken dinlemek ve izlemekti. Sultanahmet Camii’ndeki detayları incelerken buraya tekrar gelmek istediğimi biliyordum. Bir şekilde Türkiye’den bir yazar beni buldu ve bu sergiye katılmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Ben de ‘evet’ dedim. İstanbul’la zaten duygusal bir bağım vardı, sıra artistik kısma gelmişti. Burada gördüğünüz heykel de bunun müthiş bir yansıması. Üzerinde İslam kültürüne ait motifler bulunan parlak ve zarif çizgisiyle öne çıkan bu heykel, İslami tasarımda önemli olan ışık, desen, hat sanatı, ilişkiler gibi temaların üzerinde durduğumu gösteriyor.”