Madam Margret, mayısın güzel güneşini yakalamışken, bembeyaz uzun elbisesi içinde, boğazı gören yalısının havuz başındaki sallanan sandalyesine kurulmuştu. Kopi Luwak kahvesi eşliğinde Agatha’nın zeki dedektifi Hercules Poirot’nun gri hücrelerini kullanıp başarıyla çözdüğü cinayeti konu alan “Ölüm Sessiz Geldi-Styles’daki Esrarengiz Cinayet” isimli kitabı okuyordu. Bu kitabı daha önce de defalarca okumuş olmasına karşın, harflerin arasında yeniden yeniden kaybolmasının nedeni Poirot’nun gri hücrelerini tam olarak nasıl kullandığını anlamak istemesiydi. Madam Margret, kitabı her bir okuyuşunda yeni bir şeyler keşfediyordu ve bu onun gününe büyük bir neşe katıyordu.
Bu sırada küçük ve sık adımlarla yanına yaklaşan yardımcısı Elaydanur Peri Dinçtir Kökler’i fark etti. Madam Margret, evli kadınların adlarının ve soyadlarının birbirine ekli vagonlar gibi olmasına çanak tutan modern dünyanın isimlendirme sisteminden şikâyetçi değildi ancak her defasında karşısındaki kadına nasıl sesleneceğini bilemiyor, stres hormonları artıyor ve daha da fecisi sıkışmışlık hissediyordu. Biliyordu ki; bu olumsuz duygular ancak bir saatlik yoga ya da tai chi ile atılabilirdi. Madam Margret, “Hangisi, hangisi?” diye düşünedursun, yardımcısı ona feci bir sır verir gibi yüzünü buruşturup sesini alçaltarak konuştu: “Anthony Löpet isimli bir bey sizi arıyor efendim.”
Madam, bu adı duyduğu an elindeki Jihong porseleninden yapılma özel fincanı yere düşürdü ve beyaz kıyafeti tıpkı Anthony ile karşılaştığı gün gibi kahverengi lekelerle doldu. “Ah tanrım, tüm keyfim kaçtı. Anthony Löpet ha!” sözleri fütursuzca döküldü Madam’ın dudaklarından.

Anthony Löpet’i öyle birkaç kelimeyle anlatmak mümkün olamazdı. Kumral, ela gözlü, 40 yaşlarındaki bu adam, ince fakat güçlü fiziğiyle dikkat çekici hatta hoş bir tipti. Belgrad Ormanları’nda geçen yıl tesadüf gibi görünen bir karşılaşma yaşadıklarında, Madam Margret kendisini neredeyse ezecek olan bir koşucu grubundan kurtulmak için çamurla dolu su birikintisine atlamış, peşi sıra koşmakta olan Anthony Löpet ise 10K (on kilometre) koşusunu yarım bırakıp ona yardım elini uzatmıştı. Koşucuların kilometrelerini tamamlama konusunda ne kadar takıntılı olduklarını bilen ve “Ne kadar da fedakârca” diye düşünen Madam Margret’in, bu yaşananların bir planın parçası olduğunu anlaması ise uzun sürmemişti!
Bir hafta sonra Anthony Löpet’e teşekkür etmek için onu köşke, sevgili eşi Chris’in de katıldığı bir akşam yemeğine davet etmişti Madam Margret. Löpet, ağzındaki baklayı yemek üstü içkilerini yudumladıkları esnada çıkarmış ve Madam’dan Sicilya’da yaşayan amcası Don Tito Gorleone’nin Türkiye’ye kaçırdığı paha biçilemez antika Julius Caesar büstünü bulması konusunda yardımını istemişti. Madam Margret, Löpet’e donuk bir bakış fırlatıp “Bakınız dostum. Beni asla yasanın dışına düşen, kanun insanlarıyla başımı dertten derde sokacak böylesine pisli işlere bulaştıramazsınız. Bu nedenle sizi burada ayıbınızla yalnız bırakıp odama çekiliyorum. Kanımca, şurada, tam karşınızda, yani size göre sağda duran kapının yerini artık bulabilirsiniz” demişti.
Peki, şimdi, Sicilyalı sicili pek pak olmayan bu adam onu neden arıyordu? Emin adımlarla eve doğru yürüyen ve “Sicilyalı sicili pek pak olmayan” sözü diline dolanan Madam Margret, “Neden bir telsiz telefonumuz yok ki hiç anlamıyorum, hem de teknolojinin önünün alınamadığı bu çağda!” diye düşünmeden edemedi. Madam, mermer basamakları çıkıp üç metre boya ve ene sahip kapıdan köşkün salonuna geçti, siyah ahizeyi eline aldı ve derin bir nefes verip konuştu:
“Eskilerden Bayım Löpet, yoksa siz hâlâ yasanın dışında davranmaya devam mı ediyorsunuz? Sizinle arama çektiğim o kalın çizgiye rağmen beni niye aradınız?”
Löpet hızlı konuşuyordu: “Sevgili Madam Margret, bu kez başım temiz bir belada. Beni ancak siz kurtarabilirsiniz. Dehlizdeyim, gelir misiniz?”
“Tabii ki dehlizlerde olursunuz Anthony, karanlık meseleleriniz var her zaman. Size merdiven mi sarkıtayım, ne yapayım kuzum?” derken hafifçe gülümsedi Madam.
Anthony, şimdi olduğu gibi, Madam Margret’in kendisini anlamadığı zamanlarda kendi Türkçesine kusur bulurdu: “Yanlış anladınız, Dehliz Restoran’da sizi bekliyorum, lütfen bana bir şans veriniz, yardım ediniz Madam!” dedi heyecanla.
“Bayım Anthony, öyleyse Dehliz’deyim demek istediniz. Apostroflar ne günler içindir?” diye çıkıştı Madam Margret.
Anthony şaşkın ve üzgün konuştu: “Anlayamadım Madam?”
“Tamam, tamam, sükûnete bürününüz, geliyorum. Bana şimdiden, hazırlanması uzun süren ‘Vegan 6’lı tabağından sipariş verebilirseniz sevinirim.” diyen Madam Margret, ne yiyeceğine olduğu gibi ne giyeceğine de hemen karar vermişti.

****

Resmi giyinmeye ihtiyaç duyulmadan yemek yenebilen Dehliz Restoran, Madam Margret’in evine çok yakındı. O nedenle üzerine koyu renk bir kot, beyaz bir gömlek giyen ve sportif şıklığını rahat ayakkabılarla tamamlayan Madam Margret, limuzini yıkamakta olan Frederic’in yanında sessizce geçip dev demir kapıdan çıktı. Yürüyecekti. Yaklaşık 15 dakika sonra girişi bir mağarayı andıran Dehliz Restoran’a gelmişti. Restoran neredeyse boştu. Denizi gören küçük pencerenin hemen önündeki masada Anthony Löpet ve bir yanındaki masada ise koruması olabilecek siyahlıkta giyinmiş gözlüklü iki adam oturuyordu. Madam Margret’i hemen fark eden Anthony Löpet, ayağa fırlayıp birkaç büyük adımda kapıda bitiverdi.
“Ah sevgili Madam Margret, hoş geldiniz. Beni nasıl mutlu ettiğinizi anlatamam” dedi.
Madam Margret ise, restoranın böylesine boş olmasıyla ilgili endişelenmişti, ancak tedirginliğini kendisine sakladı: “Merhaba Anthony, umarım buraya gelişim, içi boş bir maceranın karanlık atmosferiyle iç boğucu bir hal almaz!”
Bu sözlerin ardından masaya oturan Madam Margret’e şaşkın şaşkın bakan Anthony Löpet’in bir şey anlamadığı çok açıktı aslında. Löpet, “Ha! Evet, evet anlıyorum, sizi. Yani galiba! Neyse… Sevgili Madam Margret, Sicilya’nın başı dertte. Etna’yı harekete geçirecekler. Bu ne demek biliyor musunuz?” dedi panikle.
Sodasından birkaç yudum alan Madam Margret’in şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu: “Hareket etmek iyidir Anthony. Etna gibi bir kadın kilo almamak için elbette hareket etmeli.”
Anthony biraz sinirli konuştu: “Anlamıyorsunuz, sevgili Madam. Etna yanardağını özel bir sistemle harekete geçirip Sicilya’yı lavlar altında bırakacaklar. Bunu ancak siz önleyebilirsiniz.”
Madam Margret’in, şaşkın şaşkın baktığı Anthony’e “İyi ama tutun ki bu dediğiniz gerçek. Ben böyle bir şeye nasıl engel olabilirim ki?” derken fenalaştığı her halinden belliydi.
Anthony bayılmak üzere olan Madam Margret’i kucağına aldı ve Dehliz’in gizli çıkışında onları bekleyen dört kişilik özel uçağa doğru yürümeye başladı. Madam onun son söylediklerini duymuyordu ama Anthony yine de bağıra bağıra konuştu: “Üzgünüm Madam Margret, çok üzgünüm. Ama sizi götürmek için ikna edemeyeceğimi biliyordum. Tam da bu nedenle sizi kaçırıyorum. Sicilya’ya gidiyoruz.”
Devam edecek…