HANS CHRISTIAN ANDERSEN
“Marmara Denizi koyu yeşil dalgalarla köpürüp coşarken karşımıza tıpkı Venedik gibi, bir hayal kenti, dev Constantinople, yani Türkler’in Stambul’u çıktı.” Danimarkalı masal, oyun, roman, şiir ve seyahat yazarı Hans Christian Andersen, 1841’de İstanbul’a gemiyle yanaşırken, şehirle ilgili ilk izlenimlerini bu şekilde kâğıda dökmüş. Gerçi, şehri tanıdıkça Venedik’ten çok daha kaotik ve gürültülü olan Napoli’ye daha benzediğini not almış, orası ayrı. Bir Kuzeyli olarak, oryantal bir toplumla karşılaşması onu çok şaşırtmış ve büyülemiş belli ki. Örneğin “Pera’daki kule” diye bahsettiği Galata Kulesi’nin dibinde gördüğü at leşlerini tasvip etmemiş fakat Galata Mevlevihanesi’nde semazenlerin “bale benzeri” yaptığı danslardan fazlasıyla etkilenmiş. Hâlbuki şimdi gelse, at leşlerinin yerini çeşit çeşit Anadolu yemekleri sunan restoranlara, üçüncü dalga kahvecilere bıraktığını görünce, yine aynı oryantalist rüyaya kapılır mıydı bilemiyoruz. Ama kulenin içindeki Galata Kulesi Restaurant’tan gördüğü İstanbul manzarasına âşık olacağı kesin. Yazılarından oryantal İstanbul rüyasını tıpkı kendi peri masallarındaki gibi romantik bir hava içinde yaşadığını, şaşkınlık ve keşfin verdiği mutluluğu görebiliyoruz. Hele o zamanlar 19 yaşında olan Sultan Abdülmecid’in Mevlit Kandili için saraydan çıkışını izlerken öyle büyülenmiş ki, yazısında padişahın yeşil kıyafetinin her detayını incelikle kaleme dökmüş. O zamanlar kapısı önünde bekleyen Andersen, şimdi Topkapı Sarayı’nda sergilenen padişah kıyafetlerini görse ne kadar büyülenir ve mutlu olurdu siz düşünün. Ayrıca İstanbul Oyuncak Müzesi’nde yarattığı kahramanların oyuncaklarını görebilir ve yeni hikâyeleri için ilham alabilirdi. Hatta Galata’daki Pop Culture Toys & Collectibles’daki süper kahraman ve film karakterlerinin figür ve lisanslı ürünlerine bakıp, masalcılığın 100 yıl sonra nerelere geldiğine de tanık olabilirdi.