Adalet Ağaoğlu’nun efsane oyunu “Kozalar”, Pangar Tiyatro prodüksiyonuyla prömiyerini Fransa’da, dünyaca ünlü “Avignon Festivali”nde yapmış ve övgü dolu yorumlar almıştı. 30 Ekim’de Zorlu PSM’de seyirciyle buluşan “Kozalar”, Kasım ayı boyunca aynı sahnede olacak. “Kozalar”ın başarılı yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu ve oyuncuları Demet Evgar, Binnur Kaya ve Esra Dermancıoğlu’yla Fransa’ya gitmeden önce heyecanlarını ve gururlarını paylaştığımız bir röportaj yapmıştık. Bu vesileyle, röportajı bir kez daha siz okurlarımızla buluşturuyoruz.

Röportaj: İlknur Eşsiz  Fotoğraflar Kaynak: Pangar Tiyatro Arşivi

AYSENIL-SAMLIOGLU

Fotoğraf: Edze Ali

AYŞENİL ŞAMLIOĞLU: “KOZALAR KARANLIĞIN ŞAHİTLİĞİNİ DİLE GETİRİYOR”

“Kozalar” zaman üstü olan metniyle günümüzde dünyayı etkileyen savaşlar, evsiz kalan insanlar ve adaletsizlikle ilgili önemli şeyler söylüyor. Sizin “Kozalar”ı sahnelemekteki motivasyonunuz neydi?
Sorunun içinde adeta motivasyon gerekçemi vermiş gibisiniz. Metnin, yazıldığı 1971 yılından bu yana güncelliğini koruyarak gelmesi, yazarın içinde durduğu ülke ve dünyanın isabetli analizini gösteriyor. Ne yazık ki halen karşılığını buluyor olması ise benim bu metne yönelme nedenlerimin başında geliyor. Adalet Ağaoğlu yalnızca güçlü bir toplumsal analiz yapmakla kalmamış bu görüşünü sıra dışı ve gelecek kuşakları da kucaklayan ender rastlanır bir dramaturgi ile ele almış. Döneminin çok ilerisinde, dünya standardında bir metin ortaya koymuş. Metnin göstermeci üsluptaki çağdaş biçemi günümüzde de geçerliliğini sürdürüyor, tıpkı teması gibi. Kendi küçük ve konforlu dünyasına kapanarak kendini koruma altına aldığını zanneden insanların öyküsüdür bu. Dışarıda gözlemledikleri her olumsuzluğun onu hak edenlerin başına geldiğini düşünen, şiddetin ve kötülüğün kendi fildişi kulelerine ulaşamayacağı yanılgısı içinde yaşayan insanlar bunlar. Oysa görmezden gelip, yok varsayarak kaçındığınız, çözümü için parmağınızın ucunu oynatmadığınız her sorun bir gün size de dokunur, bundan sıyrılmak söz konusu değil. Hele ki globalleşme yolundaki dünyada kendine çok uzak sandıklarıyla, bir kafe, cadde, konser, maç ya da gece kulübünde karşı karşıya kalabiliyor insanlar. “Ortadoğu’daki şiddet bize çok uzak” derken, şiddeti birden burnunun dibinde bulan Amerikalı, Avrupalının şaşkınlığı ortada. Dünyanın içinden geçmekte olduğu bu karanlık döneme şahitlik ederken, Kozalar bu şahitliği dile getirmekte en uygun metinlerden biri. Kendi oluşturdukları ve olmazsa olmazları haline gelen maddi varlıklarını, sınırlı ilişkilerle ördükleri küçük dünyalarını koruma önceliği ile hareket eden üç kadın, ellerinde durmaksızın dokudukları yararsız üretimin sembolü işleriyle aslında kendi kozalarını örüyor. Kafka’nın “Dönüşüm”ü beni hep çekmiştir metin olarak. Toplumun, ailenin, patronlarının baskısını taşıyamayan Gregor Samsa bir sabah bir böcek olarak uyanır. Öz saygısını yitiren, kendini koruyamayan, bireysel başkaldırısı elinden alınan, başkaları için var olan birey böcekleşir. Aykırı uç da benzer sonucu doğurur, “Kozalar”daki gibi kendine sınırlar koyan, korkularının esiri olan, dünyayı sorgulamayan, sunulanı gerçek kabul eden, “Dokunmam-karışmam-görmezden gelirim”, “Ben kimseye ilişmezsem kimse de bana ilişmez” diyen de sonunda böcekleşiyor. “Yaşamdan bu kadar kaçılarak sürdürülen şeyin yaşamak olduğuna emin miyiz?” sorusu hep benimle gelir, böylesi yaşamlara bakınca…

“Kozalar”ın çok önemli bir tiyatro festivali olan “Avignon”da prömiyer yapıp bir ay boyunca Fransa’da sahnelenecek olmasını Türk Tiyatrosu açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Avignon”da prömiyer yapmak ve üç hafta oynamak, tiyatromuz adına bir ilk. Ekip olarak bu ilki yaşayacak olmanın büyük heyecanı ve onurunu paylaşmaktayız. Festivale projemizle başvurduğumuzda bizlerle birlikte olan ve oradaki temasları organize eden Göknur Gündoğan ve Ani Pekman’ın olağanüstüsü çabaları, yaptığım oyunlardan oluşan bir tanıtım, Pangar Tiyatro’nun değerli özgeçmişi, özetle yaptıklarımızın yapacaklarımızın teminatı olmasıyla kabul edildik. Üstelik önemli sahneler içinde yer alan Entrepôt Sahnesi tarafından. Bu festivale daha önce Fransa’da tiyatro yapan sanatçılarımızdan katılanlar olmuştu elbette ama bir Türk yazarın eseri ile, her alanında Türk sanatçıların buluşmasıyla ortaya çıkan bir oyunla prömiyer yapacak olan ilk tiyatro olmanın heyecanını ve onurunu yaşıyoruz ekip olarak. Aynı dönemde daha kısa süreli ve iki oyunuyla Hayal Perdesi de festivalde olacak, bu da ayrı bir gurur kaynağı. Bu adımlar gösteriyor ki böylesi festivallere kabul için sağlam bir oyun ve sağlam bir özgeçmişle başvurmak yeterli oluyor. Yurtdışında tiyatromuzu temsilin yolu bir Avrupa tiyatrosu ile ikili anlaşma ya da kamu tiyatrosu olmanın dışında da söz konusu olabiliyor. “Avignon Festivali”nde bizlerin attığı adımların başka ekiplerin de yolunu açmasını dilerim. Ayrıca bu oyunla pek çok uluslararası festivale daha başvuruda bulunacağımızı da ifade etmek isterim.

“Kozalar” oyununu daha önce de yönetmiştiniz…
“Kozalar”ı İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda yıllar önce yönetmiştim, farklı bir konseptti. 1997-98 sezonunda sahnelendi. Bu kez bambaşka bir konseptle ancak gene vazgeçilmezim olan grotesk biçemle sahneye gelecek Kozalar. Aynı oyunu ikinci kez yönetmek meslekte yaşadığım ilklerden biri. Röpriz yapılan oyunlar vardır aynı rejinin tekrarı ile -ki bu güne kadar yapmadım- bu ise aynı oyunu başka bir reji ile anlatmak oluyor, yeni bir gözle. 2016’da olduğumuza göre olması gereken de bu zaten. Adalet Ağaoğlu’nun zamanları aşan metni çağdaş tiyatro dilini uygulamanız, benzetmeci değil göstermeci, ölü değil yaşayan tiyatro yapmanız için olanak sağlıyor. Böylesi hareketli bir oyunda koreografi için sağ kolum olarak gördüğüm Candaş Baş ile yan yana geldik. Bu oyunun şanslarından biri de kendisi, onu tanımaktan onunla çalışmaktan büyük mutluluk duydum. Tuluğ Tırpan bir büyücü, bu kadar hızlı anlayan, bu kadar hızlı üreten, bu kadar nabzı sizinle atan, oyunun emrini her şeyin önüne koyan bir kompozitörü ilk defa gördüm. Tomris Kuzu ve Cem Yılmazer iki yaratı canavarı, daha önce birlikte çalışmanın hazzını yaşadığım kreatörler, gene harikalar yaratıyorlar. Oyunun ses tasarımı ise bana en büyük sürpriz, Okan Yalabık… Meğer çoktan ikinci mesleğini seçmiş bile, kendimi Okan’ın stüdyosunda bulup, ses kayıtlarını çok iyi bir oyuncunun eline teslim etmenin dayanılmaz hafifliğini duydum.

Birbirinden özel üç oyuncuyla çalıştınız. Aslında üçü de komedi oynayabilme kapasitesi güçlü oyuncular. Seyircinin “Kozalar”da acı bir mizah bulma ihtimali mi var mı?
Üç müthiş kadın, üç değerli oyuncu ile çalışmak, üç kişilik bir oyunda üstelik… Her yönetmenin rüyası olsa gerek bu. İç enerjisi, farkındalığı, duyarlılığı, algısı yüksek, dünyası zengin oyuncularla buluşmak işinizin kolaylaşması, az zamanda çok yol alabilmeniz demek. Zamana karşı yarışılarak yapılan bir iş tiyatro. Böyle üç deli ile yan yana gelmek bir lüksü yaşamak demek oluyor. Yaratıcı ve sizin verdiğinizi katlayarak çoğaltan oyuncular var karşınızda. Karşılıklı gelişen, birlikte üretilen bir dünya tiyatroda kurulan, karşınızda hiçbir pası atlamadan, topu hep daha yukarı, daha yukarı çıkaran oyuncuların varlığı tiyatro yapmanın gerçek konforunu yaşamanızın sebebi oluyor. İstediğimi söyleyip geri çekiliyorum ve kendimi, seyretmenin hazzına bırakıyorum. Elbette şahane komedyenler aynı zamanda, bu da kara mizah yüklü bir dünyanın kurulduğu oyunda sıkı dayanak noktanız oluyor yönetmen olarak. Onları birlikte çalışarak bir kez daha tanımak son yıllarda yaşadığım sayılı mutluluklar arasına girdi. Provaya giderken içim heyecanla taşıyor, iyi ki varlar, iyi ki birlikteyiz.

Dünyada ve Türkiye’de yaşanan tüm olumsuzluklarla mücadele etmenin sizce en doğru yolu nedir? Siz tüm bu olanlar (savaşlar, şiddet, göç, evsiz insanlar, katliamlar) karşısında ruhunuzu (koza örmeden) nasıl koruyorsunuz?
Dünyada süregelen çağdaş veba iktidar hırsıdır. Bunun açıkça görünen simgesi ise para. Bu köklü hastalık ortadan kalkmadan bir çözüme ulaşılacağı düşüncesinde değilim. İktidar hırsının en uç noktası savaştır ve savaş dünyayı iki kez global felakete sürüklemiştir. Ben III. Dünya Savaşı’nın sinsi bir biçimde Avrupa ve Kuzey Amerika’nın dışında sürdürüldüğünü düşünenlerdenim. İki savaştan edindikleri tecrübe ile emperyalist batı iktidarını kendinden gayrı, ölmesinde bir sakınca görmediği II.-III. Dünya ülkelerinde çıkardığı savaşlarla güçlendirme yolundadır. Gerçi son zamanlarda kullandıkları terör silahı kendilerini de vurmaya başladıysa da çareyi şiddet sarmalını artırmakta görecekleri açık. Şiddet şiddeti doğurur ve sonu gelmeyen bir öfke ve kin birikimine yol açar, o da yeniden şiddeti doğurarak insanları sonsuz bir karanlık döngüye sürükler. Döngüyü kırmanın yolu radikal bir biçimde dünyada barışı tesis etmek için yönetimlerin harekete geçmesidir ki kişisel yılgınlığım bunun çok idealist ve romantik bir beklenti olduğunu görmemdendir. Bireysel olarak yapabileceklerimiz yok mu, elbette var. Her birimiz koşulsuz sevgi, iyi dilek ve iyi enerji ile harekete geçersek bir deniz feneri gibi ışık tutmaya başlarız karanlığa. Işığını yalnızca kendine değil çevresine de yöneltenlerin sayısı arttıkça dünyadaki karanlığın karşısında hatırı sayılır bir aydınlanma elde edilecektir kuşkusuz. Dünyada olan her şeyden sorumluyuz! Bu bilgi ile bakarsak dünyaya bir şeylerin değişeceği düşüncesindeyim.
Keşke dünyada benzer ifadelerle görüşünü açıklayan mistisizmi hayata geçirebilsek. Örneğin, kendi coğrafyamızdaki Tasavvuf öğretisini gerçekten inanarak uygulasak başka bir ülke olurduk. Denizde bir damlayım aynı zamanda o deniz benim. Nar dışarıdan ‘tek’ görünen bir varoluş sergilerken içini açtığınızda yüzlerce taneden oluşan zenginliğini serer önünüze. Kendime yapılmasını istemediğim hiçbir şeyi bir başkasına yapmamalıyım. Doğaya, hayvana, insana verdiğim her zararı kendime verdim demektir çünkü hepimiz aynı bütünün parçalarıyız. Ne kadar bildik ve basit ve sıradan değil mi bu söylediklerim. İşte asal doğru, asal gerçek de bu kadar bildik, sıradan ve basit. Basitin en zor olduğu bilgisi de aynı şekilde sıradan ve basit… Kolay ulaşılır bilgiyi azımsamaktan vazgeçtiğimizde, basitin zorluğunu idrak ettiğimizde, doğaya, insana, hayvana kalkan elin kendi suratımıza indiğini kabul ettiğimizde, para ve iktidar putlarını diğer putlar gibi kırıp yok ettiğimizde dünya başka bir yer olacaktır. Unutmamalıyız bu dünya hepimizin ve üstünde hepimize yer var.

 

demet

BİNNUR KAYA: “KOZAYI GÜVEN SANIYORLAR”

Elbette sahnede çok daha hafifliyordur ama heyecanlı bir yapınız var. Fransa’da dopdolu bir sahnede “Kozalar” gibi son derece sağlam bir oyunla prömiyer yapıp bir ay boyunca festival takipçileriyle buluşacak olmak size neler hissettiriyor?
Provaların sonuna geldiğimiz ve oyunu sahnelemeye çok az bir zaman kaldığı için birçok duyguyu bir arada yaşıyorum. Ama bu soruya genel olarak “Sorumluluk” olarak cevap verebilirim.

“Kozalar” oyunu metinle buluşmanızla başlayan ve karakterinizi var etmenizle devam eden süre zarfında size ne/neler fısıldadı ve seyirciye neyi yüksek sesle söyleyecek?
Üçümüzün karakterleri de çok bildiğimiz, tanıdık karakterler. Komşularında, en yakınlarında ve dünyada yaşananlara duyarsız kalıp, kendilerine küçük dünyalarında ‘KOZALAR’ ören ve bunu güven ve konfor zanneden insanlar. Benim için oyunun sözü: “Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın!” Dünya bu düşünce yapısından felakete sürüklenmiyor mu zaten?

Oyunda sahneyi Demet Evgar ve Esra Dermancıoğlu ile paylaşıyorsunuz. “Oyunun en güzel kısmı prova sürecidir” derler. Nasıl bir prova süreci yaşadınız?
Benim en fazla ilgilendiğim kısım, prova süreci en başta. Çalıştığım, birlikte uzun zaman geçirdiğim ve birçok şey paylaştığım insanların gerçekten iyi kalpli olmaları. Saygı, sevgiden önce geliyor benim için. Saygı duymadan birini sevemezsin. Tüm bunlar ışığında, Demet ve Esra ile çalıştığım için kendilerine teşekkür ediyorum. Onları yakından tanıma fırsatı bulduğum için. Birbirimize şifa olduğumuzu düşünüyorum. Ayşenil de bu şifalanmaya dahil.

Ayşenil Şamlıoğlu’yla çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Yönetmen olarak, oyuncuyu anlayabilme yeteneği, insan psikolojisine gösterdiği özen, anlayış, tabii ki en önemlisi sevgi dolu oluşu bu süreçte güzel anılar biriktirmemize sebep oluyor. Enerjisiyle, yaklaşımıyla daima süreci ayakta tutuyor. Esra, Demet ve Ayşenil’e paylaştığımız tüm zamanlar için teşekkür ediyorum.

Dünyada ve Türkiye’de yaşanan tüm olumsuzluklarla mücadele etmenin sizce en doğru yolu nedir? Siz tüm bu olanlar (savaşlar, şiddet, göç, evsiz insanlar, katliamlar) karşısında ruhunuzu (koza örmeden) nasıl koruyorsunuz?

Olumsuzluklarla mücadele etmenin birinci şartı; olumlu ve yapıcı çözümlerden yana olmaktır bana göre. Kayıtsız kalmamak ve soruna değil de çözüme odaklı hareket etmek ve her zaman bir umut olduğunu bilmek, ruhu korumanın bir yolu belki. Çünkü ‘UMUT’ olan yerde ‘HAYAT’ da vardır.

 

DEMET EVGAR: “OYUN, DÜNYANIN KENDİSİ GİBİ”

Uzun yıllar ekrandaydınız ve “39 Basamak”tan sonra Kozalar’la sahnedesiniz. Fransa’daki festivalde bir ay boyunca sahneye çıkacak olmak neler hissettiriyor?
Büyük bir heyecan var. Şimdiye kadar oynadığım oyunlardan farklı olacak. Festivale yaklaşık 1500 kumpanya katılıyor ve biz iki saat içerisinde bütün dekoru kurup oyunumuzu oynayıp çıkacağız. Oyun oynamanın dışında orada olmanın kendi içinde de başka bir maratonu var. Çok farklı sürprizli hikâyeler ile geri döneceğimizi hissediyorum.

“Kozalar” oyunu metinle buluşmanızla başlayan ve karakterinizi var etmenizle devam eden süre zarfında size ne/neler fısıldadı ve seyirciye neyi yüksek sesle söyleyecek?
Yönetmenimiz Ayşenil Şamlıoğlu’nun yönetmen notunda bir cümlesi var: “Yaşamdan kaçılarak sürdürülen şeyin yaşamak olduğuna emin miyiz?” Kozalar, insanı korkuları ve sınırlarıyla yüzleştiren bir metin. İlk okunduğunda çok eğlenceli bir oyunken içine girdikçe bir kara komedi olduğu anlaşılıyor. Aynı dünyanın kendisi gibi. Oyunu grotesk bir dil ile sahneye koyuyoruz. Groteski çok seviyorum çünkü insanın gülücüğünü yüzünde donduruyor ve neye güldüğüyle yüzleştiriyor. Dünyanın herhangi bir yerinde ne oluyorsa bundan bütün dünyanın sorumlu olduğunu düşünüyorum. Kapıları kapattığınızda mutlaka o kapı çalınacaktır, açmazsanız o kapı yıkılacaktır. Bir şekilde onunla yüzleşmelisiniz. Ben sorumlu değilim diye köşeye çekilmek sadece ertelemek olur.

Oyunda sahneyi Binnur Kaya ve Esra Dermancıoğlu ile paylaşıyorsunuz. “Oyunun en güzel kısmı prova sürecidir” derler. Nasıl bir prova süreci yaşadınız?
Belki de ilk defa bir oyunun sonunu düşünmüyorum. Süreç o kadar şifalı ve öğretici gidiyor ki, bu her zaman daha önemli. Ayşenil Şamlıoğlu çok tecrübeli ve o anda yaratan bir yönetmen. Zevkli kelimesi çok hafif kalır. Eğlenceli, sancılı, acılı ama her zaman keyifli olduğunu söyleyebilirim.

Ayşenil Şamlıoğlu’yla çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Muhteşem bir zeka. İnsana kendini keşfetmeyi teklif ediyor. O kadar çok bileşeni aynı anda tasarlayıp inşa ediyor ki bu süreçte bize sabretmesiyle aslında sabrın kendisi olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda senin teklif ettiğinin üzerinden bir şey inşa ediyor olması bu işi çok organik kılıyor. Bunun için yaratılmış kendisi.

Dünyada ve Türkiye’de yaşanan tüm olumsuzluklarla mücadele etmenin sizce en doğru yolu nedir? Siz tüm bu olanlar (savaşlar, şiddet, göç, evsiz insanlar, katliamlar) karşısında ruhunuzu (koza örmeden) nasıl koruyorsunuz?
Çalışarak koruyorum. Zaman zaman kendi içinde birçok örülü yer olduğunu fark ediyor insan. Tam olarak kozaya dönüşmeden o bağları kesmek, kurtulmak için hatırlamak çok önemli. Aynı zamanda devam etmek ve sürdürmek. Benim işim hikâye anlatmak, hikâyeyi aktarmak. Sadece bunu düşünüyorum. İşimi en iyisiyle şükrederek ve teşekkür ederek yapmaya çalışıyorum. Eğer kendimi koruyabiliyorsam, bu şekilde yapabildiğime inanıyorum.

 

esraaa

ESRA DERMANCIOĞLU: “SEVGİDEN BAŞKA ÇARE YOK”

Geçen sene İkinci Kat’ta rol aldığınız “Poz” isimli oyundan sonra şimdi “Kozalar”dasınız. Önemli bir tiyatro festivali olan Fransa’daki “Avignon”a katılmak nasıl hissettiriyor?
“Kozalar”, Adalet Ağaoğlu’nun 1971’de yazdığı bir oyun. Konusu, içeriği, karakterleri, anlatmak istediği şey açısından çok evrensel. Bugün nerede oynansa herkesin izlediği zaman kendi kültüründen, memleketinden, bugün yaşananlar ile ilgili empati kurabileceği bir hikâyesi var. Fransa’da oynamak güzel, heyecanlı ve önemli. Fransız Lisesi mezunu ve bir dönem orada yaşamış biri olarak “Avignon”da böyle bir şans yakalamak güzel.

“Kozalar” oyunu metinle buluşmanızla başlayan ve karakterinizi var etmenizle devam eden süre zarfında size ne/neler fısıldadı ve seyirciye neyi yüksek sesle söyleyecek?
Her toprakta ve kültürde var olan üç kadını anlatıyoruz. Grotesk çalışmak, hikâyeyi bu şekilde yorumlamak benim için çok heyecan verici oldu. Benim oynadığım karakter hep uzak durduğum, alay ettiğim belki de zaman zaman yargıladığım tipte sahte burjuva bir karakter. İktidar ve güç üzerinden yaşayan bir karakteri canlandırıyorum. Kişiliği tam olarak oturmamış, korkak, nedenleri olan bir kadın. Biz de bu nedenleri mercek altına alıyoruz. Komik buluyorum, bunu daha da büyütmek oynarken çok hoşuma gitti.

Oyunda sahneyi Demet Evgar ve Binnur Kaya ile paylaşıyorsunuz. “Oyunun en güzel kısmı prova sürecidir” derler. Nasıl bir prova süreci yaşadınız?
Demet zaten dostum, Binnur’u biraz tanıyordum ve bir işte buluşma fırsatımız oldu. Ekipte bir çok kadının var olduğu bir proje bu. Çok heyecanlı ve eğlenceli bir yaratım sürecimiz oldu.

Ayşenil Şamlıoğlu’yla çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Ayşenil Şamlıoğlu ile her zaman çok çalışmak istediğim, Türkiye’deki sayılı rejisörlerden biri. Özellikle groteskte tek olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda benim için oyunculuk adına yepyeni ve çok öğretici bir deneyim oldu. Ekipteki herkesle bu kadar uyum içinde ve birbirini anlayarak çalışmak çok heyecan verici ve çok güzel.

 Dünyada ve Türkiye’de yaşanan tüm olumsuzluklarla mücadele etmenin sizce en doğru yolu nedir? Siz tüm bu olanlar (savaşlar, şiddet, göç, evsiz insanlar, katliamlar) karşısında ruhunuzu (koza örmeden) nasıl koruyorsunuz?
Çok da koruyabildiğimi düşünmüyorum kendi adıma. Korumaya çalışıyorum. Sevmekten ve sevgiden başka çare olduğunu düşünmüyorum. Bugün dünyada yaşananlar yeni değil, bunlar hep vardı. Ama bunlar oldukça bir şekilde evrileceğimizi, sevgiye sarılacağımızı ve her seferinde öğrendiğimizi düşünüyorum.

 

Pangar Tiyatro’nun yapımı olan “Kozalar”, Fransa’daki “Avignon Festivali” kapsamında 7-30 Temmuz arasında Salı günleri hariç 19.45’te Avignon L’Entrepôt Tiyatrosu’nda izlenebilir. Ekim ayında İstanbul’da sahnelenecek “Kozalar”ın İstanbul’a dönüşünü iple çekiyor ve tüm ekibe başarılar diliyorum.