Nostaljik müzikler, kitaplar, filmler ruhumuza iyi geliyor. Zira biz o filmleri değil, o filmleri seyrettiğimiz zamanki ruh halimizi özlüyoruz. Hababam Sınıfı’nın neredeyse ezbere bildiğimiz repliklerine hâlâ gülmemizin sebebi de bu… 

Edith Wharton’un (1921 yılında Pulitzer Ödülü’ne aday gösterilen ilk kadın yazar) 1993’de filmi de çekilen “Masumiyet Çağı” kitabındaki şu ifadeye vurulmuştum: “… ve birden kızın çevresiyle uyum sağlamak için sergilediği tavırdaki incelikleri fark edince, böylesine ustalık gerektiren bir durumun gerçekten vahim olması gerektiğini kavradı.”
Uyum sağlamak için gösterdiğimiz çabayı yaşamak için harcasak daha iyi günlere ulaşmaz mıyız? Umut etmesi bile güzel… Dünyanın geneline ayak uydurmaya çalışırken iki duygumuz devamlı tetikleniyor. Bu tetiklenme de iki trendi gündeme getiriyor.

1- Güvenlik, güvende hissetmek, güveni hissetmek. İnternet sayesinde bilgiye erişim artık demokratize olmuş durumda. WikiLeaks ve benzeri oluşumlar sayesinde artık sırlar saklanmıyor. Bu da kurum ve kuruluşlara, insanlığın geneline güvenmeyi zorlaştırıyor.
2- Masumiyet arayışı: Kentlileşen ve bireyselleşen insanlar özlerinden koptukça eski değerlere, geleneklere olan özlem de artıyor. Günümüzdekinin aksine, eskiden çoğu olayın arka planını bilmiyorduk. Bu yüzden eskiden her şeyin temiz, saf ve adil, şimdi ise kirli olduğu yönünde yaygın bir algı var.
Nostaljik müzikler, kitaplar, filmler o yüzden ruhumuza iyi geliyor. Biz o filmleri değil, o filmleri seyrettiğimiz zamanki ruh halimizi özlüyoruz. Hababam Sınıfı’nın neredeyse ezbere bildiğimiz repliklerine hâlâ gülmemizin sebebi de bu…

Zor günlerden geçiyoruz. Toplum olarak sabahları uyanmak istemiyor, gülemiyor, eğlenemiyoruz. Sosyal medyada bile sevinçleri paylaşırken tedirgin olacak kadar karışık ruh hallerimiz var. Hatta sanki ruhumuz kaçmış, saklanmış, sinmiş gibi… Ancak bir gerçek de var: Biz bu dünyaya korkmaya değil, yaşamaya geldik. Belki de hayatın, sert şutlarını önce göğsümüzde yumuşatmalıyız. Biraz dışa kapanıp içe dönmeliyiz. Kalabalıklar içinde nefesimizi tutmak yerine, az ve özde bütünleşip nefes alacak alanlar yaratmalıyız.
Bu satırları okuyanlara, bu zor günlerin ruh halinden çıkmak için kendimce öneriler geliştirdim. Bu konunun uzmanı değilim ama kozamda mutlu yaşamak, hayatta dik durabilmek için edindiğim prensipleri sizle de paylaşmak istedim.

1- Hayatta iyi günler de, zor günler de geçiyor. Hepsi bir dönem, önemli olan o dönemden nasıl çıktığımız ve nereye ulaştığımız. Olumsuzluklara, zorluklara olabildiğince odaklanmadan, onlara enerji yüklüyorum ve girdabında boğulmak yerine sahip olduklarıma, güzel anlara ve değerlere odaklanıyorum.
2- Kelimelerin gücüne inanıyorum. Negatif, umutsuz kelimeleri kullanmamayı, hatta duymamayı tercih ediyorum. Bazı günler, sosyal medya, televizyon, hatta gazete okumaya ara veriyorum.
3- Okuyorum, çok okuyorum. Kişisel gelişim, biyografi, aşk ve seyahat romanları okuyorum, hayaller kuruyorum.
4- Sinemaya daha fazla gidiyorum. Bazen tek başıma, bazen sevdiğim bir arkadaşımla ya da kızımla… Film izlerken ağlıyor ve rahatlıyorum… Filmdeki bir sahne beni ağlatıyor ve kastığım bedenimi gevşetiyorsa, bunu bir arınma olarak görüp seviniyorum.
5- Bir sebebe gerek yok, ağlayın. Ağlamak güzeldir.
6- Yüzeysel ilişkiler yerine dostluğuna güvendiğiniz birlikte saçmalayabileceğiniz insanlarla daha sık bir araya gelin. Ailenize daha çok zaman ayırın. Anılara, eski fotoğraflara bakın.
7- Fırsat buldukça yürüyün, yürüyüş en etkili terapi yöntemlerimden biridir.
8- Çekmece, dolap temizliği yapıyorum. Sanki biriken eskileri attıkça, birilerine verdikçe hafifliyormuşum gibi geliyor. Evimin, ofisimin dekorasyonunu değiştiriyorum. Mobilyaların yeri değiştikçe ortamın da tazelendiğini düşünüyorum.

Kendimce notlarım bunlar. Size de iyi gelmesini diliyorum. Fakat emin olduğum bir şey var; iyilik hali sadece onu tüm kalbiyle, bahane üretmeden isteyenlerin ulaşabildiği bir frekans. Siz etraftaki olaylara boş verin, kendi içinizi, düşüncelerinizi ve cümlelerinizi iyileştirin.