Dijitalleşme, gözetleme, birer ürün haline dönüşen bizler… Yaşadığımız politik olaylar geleceğimizi oluştururken, şimdi hangi yöne doğru savruluyoruz? Aklımız karışık ama bazı ipuçlarımız var.

Kötü bir yaz geçirdik. Açıkçası 2016’nın zaten pek de iyi başlamadığı konusunda hem fikiriz. Umutsuz olan sadece biz değiliz ama. Brexit ve seçimlerle İngiltere’de başlayan krizin ardından Dazed & Confused gibi gençlik yayınları bile kreatif alanlarda çalışabilecek vatandaşları için yaşayabilecekleri yeni şehirler önerdi. Şaşırtıcı olansa bu liste içerisinde İstanbul’un da yer almasıydı.
Balenciaga’nın başına geçişiyle neredeyse Madonna kıvamında bir üne kavuşan Demna Gvasalia ve “La La Land”in internete düşen fragmanıyla çıldıran gençlik, önümüzdeki aylarda neleri konuşacağımızı özetliyor. Bu pencereden baktığımızda ilgimizi çekecek şeylerin neler olabileceğini, kimlerin konuşulacağını tahmin etmek hiç de zor değil.

KARDASHIAN AİLESİ BİR 10 YILI NASIL DEĞİŞTİRDİ?
Birkaç yıl evvel Amy Poehler ve Tina Fey, Altın Küre Ödülleri’nde Netflix’in televizyon kategorilerindeki başarısını şu şekilde espriye vurmuştu. “İmkânın varken başarılarının keyfini sür Netflix, birkaç seneye Snapchat ‘En İyi Drama’ ödülünü kucaklayacak.” Herkesin kendi “Keeping Up With The Kardashians” programını çektiği bu sosyal medya kanalıyla ünlü olanlar, günümüzün yeni yıldız isimleri.
Süpermodeller 1990’lı yıllarda ünlüydü ve dergi kapaklarında yer almak onların göreviydi. 2000’li yıllarda PR kültürünün gelişmesiyle Hollywood ünlüleri bilinirliklerini artırmak için dergi kapaklarını tercih etmeye başladı. Bugün insanlar ünlerini daha geniş kitlelere yaymak için sosyal medyayı tercih etmiyor, sosyal medya sıfırdan kendi yıldızlarını yaratıyor. Dergicilik sektörü ne yazık ki Batı’daki kadar gelişmediğinden bizdeki Snapchat yıldızları, başka yollardan konuşulmayı başarıyor. Kerimcan Durmaz bunun en büyük örneği.

YOK OLAN AKIMLAR
Her dönemin iz bırakan bir mevzusu, akımı var. “Hippiler, disko yılları, pornografinin yükselişi, grunge, doğaya mı döndük, uzay çağında mı yaşıyoruz” derken, sosyal medya devrinde aklımız karıştı. 1990’lardaki gibi mi yaşasak yoksa dönemin getirdiklerini mi benimsesek?
Geçen yıl bu zamanlarda konuştuğumuz mevzu mültecilerdi. Herkes, “hangi ülke ne yapmalı” üzerine kendi fikirlerini söylüyordu. Bu yaz ise 2016 Rio Olimpiyatları’nda “Refugee Olympic Athletes” grubu altında mültecilerin her biri kendi performansını sergiledi. Bir ülkeye, bir yere ait olmadan birey olmanın ve bağımsızlığın bir manifestosu gibi…
Yaz başında Theresa May, İngiltere’yi yönetmeye başladı. Hillary Clinton büyük ihtimalle kısa bir süre sonra Amerika Birleşik Devletleri’ni yönetecek. Köklü moda evi Dior ise 1946 yılından bu yana ilk defa bir kadın tarafından, Maria Grazia Chiuri önderliğinde üretimine devam edecek. Yine geçtiğimiz yıl, bu zamanlarda konuştuğumuz şey, ABD’de çıkan eşcinsel evliliklerinin kültürel, ekonomik ve politik hayatı nasıl etkileyeceği üzerineydi. Kadınların, erkeklerle eşit hak, özgürlük ve maaşa sahip olmadıklarını konuşuyorduk.

SOKAKLAR NELER BEKLİYOR?
Yaşadığımız şehri ele alalım biraz da. İstiklâl Caddesi gün geçtikçe şehrin merkezi olmaktan uzaklaşıyor. Yeni mekânlar Topağacı, Moda ve Beşiktaş’a doğru hızla kayarken, olmayan kültür sanat hayatı ise Bomonti, Maslak ve Dolapdere dolaylarında kendine yeni bir hayat şansı arıyor. Yakın bir gelecekte metronun İstanbul’un hemen her yerine yayılmasıyla, şehirde bir merkez semtin olmayacağını dahi öngörebiliriz. İyi tarafından bakacak olursak, bu sayede şehri daha iyi tanımaya başlayabiliriz. Ancak sorunlu bir altyapı, ulaşım, mimari ve gittikçe kalabalıklaşan nüfus ile mutluluğumuz da artacak mı, orası tartışılır.
Şu günlerde modanın geleceği Balenciaga ve Vetements gibi markalarda yatıyor. Bu markalar için sıradan insanlar modellik yapıyor. Markalar sokak kültürünü yansıttıkları gibi odaklarında somut bir gerçeklik ve pratiklik yatıyor. Zaten onları bu kadar popüler yapan da bu unsurlar.

GENÇLER NEYİN PEŞİNDE?
“Generation Snowflake” olarak tanımlanan yeni alt kültür ise milenyum gençliğine hitap ediyor. Duygularla içli dışlı olmaktan kaçınıyorlar. Önemli konular hakkında pek de fazla bilgi sahibi değiller ve fikir alışverişinde bulunmak ve tartışmak gibi meziyetleri de yok. Az evvel bahsi geçen markalar Balenciaga ve Vetements’ın stilist ve kreatif direktörü, aynı zamanda vizyoner kişiliği Lotta Volkova, gençlerin gün geçtikçe alt kültürlerden bi:haber büyüdüğünü vurguluyor. Kavramların içini boşalttıklarından, punk’ın, grunge’ın ne olduğunu bilmeden sadece birkaç kıyafet ile bu akımı temsil edebildiklerini zannettiklerinden dem vuruyordu.
Peki, bu körlükten nasıl sıyrılırız? Bir süredir basında “sanat bizi kurtaracak” başlıklı yazılar dönmeye, bu konuda tartışmalar düzenlenmeye başladı. Ama sanat nereye gidiyor? Sıfırdan yeni bir şeyler üretme konusunda yetersiz bir dönemden geçiyoruz. Fotoğraf kareleri, kıyafetler, gastronomi trendleri ya da sanat çalışmalarının çıkış noktaları ya yeni bir şey söylemiyor ya da var olanı tekrarlıyor. Yeni ve daha fazla içerik üretemiyoruz.

TÜKETİM ÇILGINLIĞI
Üretilen her şeyin odak noktası para ve kâr olmaya başladı. Sanat eleştirmenleri, sanatçıların bir süredir sosyal medyada paylaşılan çalışmaların aldıkları beğeni doğrultusunda yeni işler üretmeye başladıklarını söylüyor.
Benzer şeyler moda endüstrisinde de karşımıza çıkıyor. Her ne kadar birçok moda evinin kadın ve erkek koleksiyonlarını bir araya getirmelerini doğru ve daha demokratik bulsam da geçtiğimiz bahar aylarında gündeme bir anda bomba gibi düşen “see now, buy now” akımıyla, ciddi anlamda tüketim konusunda sonumuzun geldiğini düşünüyorum. Sisteme göre kıyafetler defilelerde sergilendikten hemen sonra mağazalarda yerini alacak. Bir şeyleri bekleme heyecanı, sektörün moda dergiciliği gibi yan kolları da gün geçtikçe bu durumdan etkilenecek.
Yeniliklerle beraber geleneksel yöntemler hiçbir zaman sonsuzluğa karışmıyor aslında. Yenilikler hayata da daha farklı açılardan bakmamızı sağlıyor ancak sonuç olarak daha da hızlanıyor, yoruluyor, pes ediyor ve bıkıyoruz.

GÜZEL GÜNLER GÖRECEK MİYİZ?
Geçtiğimiz gün The Guardian’da yayınlanan bir habere göre İngiliz takımının Rio’da yüzme alanında aldığı başarılar, halkın havuzlar ve yüzme sporuna olan ilgisini de artırmış. Haberi kabaca çevirecek olursam, “Bana en yakın yüzme havuzları nerede?” gibi Google aramaları kısa süre içinde iki katına çıkmış. Benzer bir durum 2012 Londra Olimpiyatları sırasında bisiklet kullanımı konusunda da gözlenmişti.
Belki olimpiyatlar kadar milli bir mesele değil ancak keşke yönetmenlerin yurt dışı festivallerinde gösterdikleri filmler, müzisyenlerin sahneye koydukları performanslar ya da yabancı dile çevrilen kitaplar sonrasında Türkiye’de de insanlar biraz şevke gelip sinemaya ve konser salonlarına akın etseler.
Mesela Avignon’da sergilenen “Kozalar” oyunun ekibiyle yaptığımız röportaj, Temmuz / Ağustos sayımızın ardından trendsetteristanbul.com üzerinde yayınlandığında, site ziyaretçi akınına uğramıştı. Bakalım, aynı performansı tiyatro salonlarında da görebilecek miyiz?