Balat’ta yeni açılan Ambidexter Sanat Galerisi, 9 Şubat – 17 Mart tarihleri arasında, çağdaş heykel sanatının yeni yüzlerinden biri olan Kerim Zapsu’nun İstanbul’daki ilk solo sergisi 7,680,000,000’e ev sahipliği yapıyor. Sergi Küratörlüğünü Ambidexter Sanat Galerisinin kurucusu da olan Ulaş Parkan üstleniyor.
Röportaj: Eda Emirdağ
Enstalasyonlarında, sanatın bir çeşit devinimli hâli olan kinetik heykel anlayışını benimseyen Kerim Zapsu, sanatta temsil meselesini; video, resim, fotoğraf, yerleştirme ve performans gibi farklı bir çok disiplinde ürettiği çalışmalarla da yeniden tanımlıyor. 1989, Münih doğumlu sanatçı, Parsons School of Art and Design mezunu. New York başta olmak üzere uluslararası alanda birçok karma sergisi ve solo sergisi bulunan Zapsu, çeşitli sergilerde küratör olarak da çalıştı. Ayrıca New York’da deneysel sanat alanı olan Sleep Center’ın kurucularından ve aktif üyesiydi.
Kinetik heykel ile olan yolculuğunun başlangıç ve bugüne evrilen hikayesi nedir?
Kinetik heykel hayatıma yavaşça girdi. İlk seferimde bir sis makinesi kullandım, “New York City: Past | Present | Future” (“New York: Geçmiş | Şimdi | Gelecek”) adlı bir ders gösterisi için bir enstalasyon hazırlamam gerekmişti, bu yüzden bir istim borusunun ve yol barikatının replikasını yaptım. (Orange and White, 2013) (Turuncu ve Beyaz, 2013). Sonrasında, ağacın ve geçirdiği onca formdan sonra bize ulaşan kağıdın buluşmasını düşünerek başladığım; yapımında çeşıtlı yazıcılar kullandığım, “Everything and Nothing gets Recycled (2014)” (Her şey ve Hiçbir şey Geri Dönüştürülmüş, 2014) adlı işimi oluşturdum. Kinetiğin benim için önemli hale geldiği ilk eser “if the machine is not functioning can you please tilt it to one side” (2014) – (eğer makine çalışmıyorsa, lütfen bir tarafına yatırın) adlı çalışmamdı. Bu proje, bana, kinetik ve mekanik heykellerin, zaman, form ve hareketten oluşan bir dille; içgüdüsel anlar yaratabileceğimi gösterdi. Sonrasında, daha çok kinetik heykeller yapmaya başladım, hareket ihtimallerini ve tekrarlayan hareketleri kullanarak bir çok çalışma yaptım. Bir temel oluşturduktan sonra, “The Ball is Round” 2019 (Top Yuvarlaktır, 2019) ile beraber sembolizmi de kullanmaya başladım. Kinetik heykel, bana doğal bir şekilde gelen sanattaki görsel dilim gibi.
Sanatçı kendi izlenimlerine göre bir imge oluştururken yer edindiği toplumun sanatla olan ilişkisinden etkilendiği kadar o toplumda yaşanan olaylardan ve konumlandığı coğrafyadan etkileniyor kuşkusuz. New York ve İstanbul arasında sanat bağlamındaki farklılıklar neler ve bu durumdan üretim sürecin ve işlerin nasıl etkilendi?
Herkes neden İstanbul’a geri döndüğümü soruyor. Fark ettim ki İstanbul, “Neden buradayım?” diye düşünmeme gerek kalmayan yer. Olabileceğim diğer her yer, ötekinin yerine konulabilir. Ayrıca New York’ta beni çok şaşırtan bu itici Neo-liberal kibar oryantalizm bahsi var. İlk dönemlerimde, hocalar ve galeriler, işlerime siyasi ya da etnik kimliğimi öne çıkaran isimler koymamı söylediler çünkü beni heteroseksüel bir Türk erkek olan Kerim olarak görüyorlardı. Oysa yaptığım enstalasyonların bu konularla en ufak bir bağlantısı dahi yoktu. Siyasi kimlik ile ilgilenen herhangi bir eser üretecek olsaydım, bu onların mahkemelerinde olurdu ve onların Türkiye algısına uygun bir kalıba girerdi, dolayısıyla bir sanat eseri olarak anlamsız görülürdü. Bence onlar dünyayı kategorilere ayrılmış olarak görüyorlar. Non-profit bir galeride çalışan bir arkadaşım vardı. Devlet kullanımı için galeriye giren kişileri ırklara göre sayması gerekiyordu. Bu durumdan çok rahatsız olmuştum. Tam olarak neden olduğunu bilmiyorum ama arkadaşım bunun, galerinin çok ırklı olduğunu kanıtlamak için yapıldığını söylemişti. Ama bana göre, insanları ırklarına göre belirlemek, o sözde devlet programının faydalarından ziyade, ırkçı bir hareketti. Her neyse, oradan ayrılana kadar tam olarak neler olduğunu anlamamıştım (Teşekkürler Jordan Peterson).
Kutsal ve tabu olarak addedilen ülke bayraklarını; temsilden kurtararak yeni form ve anlamlar verdiğin son serginin ortaya çıkış süreci nasıl oldu ve izleyiciye alt metinde neyi anlatmak istedin?
Türk bayrağının sembolleriyle oynamamla başladı. Bilgisayarda posterler hazırlıyordum. Daha sonra, bir gün, bayrakları edindim ve işe koyuldum. Çalışma, ben üzerinde ilerledikçe kendi yolunu çizdi. Bayraklarla devam etmek kolaydı çünkü onları bir eser üretmek için malzeme olarak kullanırken, sembolizm ve işin derinliği de söz konusuydu. Bayraklar çok anlamlıdır, onları kullanarak oluşturabileceğiniz ya da değiştirebileceğiniz duygularla oynamayla ilgilenmeye başladım. Aynı zamanda onlardan oluşturulabilecek şekilleri de… Bu sebeple bayraklara birer tablo gözüyle bakıyorum. Bayrakların üretim kalitesi gibi detayları öğrenmek talebe bağlıdır ve bu sebeple bazı basılı bayraklar, yanlış renklerle basılmış olabiliyor ve üretebileceğiniz şeye göre size yeni bir yön verebilir. Bir proje üretirken, alt metin hakkında düşünmem. Yani işi başta okumaya çalışmak yerine doğal ve kendiliğinden ortaya çıkmasını daha çok benimsiyorum. Enstalasyonlar bu durumun dışında tabii. Sembollerle oynandığını, eserin duygusunu tam yansıtılabildiği bir noktaya getirildiğini ve temelini koruyacak kadar derinliği olduğunu görmek isterim. Dolayısıyla, süreç sonucu etkiler fakat çok daha basit bir noktadan başlar.
Örneğin: Suudi Arabistan bayrağının farklı bir his vermesini istediğim için, bunun üzerinden kendi kompozisyonumu oluşturdum. Daha sonra bayrağın, enerjisinin değiştirilemeyecek kadar yüklü olduğunu fark ettim, sonrasında Suudileri, onların grafiti ile olan ilişkilerini ve bunun çete grafitileri ve rap kültürüyle olan bağlantısını düşünmeye başladım. Toplum olarak bu ikisi için de çifte standartlara sahibiz. Petrol, para, müzik ve kültür yolları ile Suudi Arabistan ve grafiti kültürü tarafından cezbediliyoruz. Ama bir yönün tadını çıkarırken, kültürleri sarıp sarmalayan şiddeti unutuyoruz. Suudi Arabistan dünyanın Bloods’ı* mı? Bu sadece bir fikir. Bayraklar, malzeme olarak çok farklı şekillerde kullanılabilir dolayısıyla alt metin, bayrağın alt metniyle oynamak haline geliyor; ama bayraklar, aynı zamanda, malzeme olarak salt kumaştan ibaret.
İstanbul’a dönmeden önce ürettiğin işlerde kinetik heykel merkezi durumda konumlanırken, yeni serginde merkezde kumaşı görüyoruz. Dikiş makinesiyle gelen temsil farklılığı gelecek işlerinde de devam edecek mi?
Evet öyleyim. Annemin dikiş makinesini henüz geri vermedim. Ambidexter’deki bu açılıştan sonra, bayraklarla eser üretmeye devam ettim ve buradan, soyutlamaya doğru ilerlerdim. Hala bayrakların etkisinin altındayım fakat bir eserin sonucu, başlangıçta her zaman belirli olmayabilir. Aynı zamanda, kumaşlar ve kinetik ile çalışmalar yapmayı çok seviyorum, dolayısıyla bunlarla ilgili daha fazla çalışma yapacağımı düşünüyorum. Yeni Step sanat fuarında yer alacağımı umuyorum, beni @kerimslefthand adresinden takip edebilirsiniz.
*Bloods: Los Angeles merkezli siyahi çete