Bu şehirde yaşayıp da Sultanahmet’in her köşesini bilmeyen, hakkında anılar biriktirmeyen var mı? Varsa, tarihi Yarımada’nın kaçırılmaması gereken detayları bu yazıda. 

 

KLASİKLER
Kabataş-Bağcılar tramvay hattının Sultanahmet durağında inince, kendinizi tam da Sultanahmet Meydanı’nın ortasında buluyorsunuz. İşte bu başlık altında topladığımız klasik mekânlar da bu meydanda sizi bekliyor. Meydanın en önemli iki yapısı Sultanahmet Camii ve Ayasofya Müzesi. Altı minareli tek camii olan Sultanahmet Camii, 17. yüzyılda Sultan I. Ahmet tarafından, Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırılmış. İçinde süsleme amaçlı kullanılan 21.043 mavi İznik çinisi olduğundan, özellikle Türkçe dışındaki dillerde Mavi Camii olarak anılıyor.
Maviye tezat kırmızılı güzel Ayasofya Müzesi, 532-537 yılları arasında yaşamış İmparator I. Justinianos tarafından yaptırılmış. Kilisenin 1453’te İstanbul’un fethi ile camiye dönüştürülüp, minareler eklendiğini biliyorsunuz. 1935’te ise Atatürk ve dönemin Bakanlar Kurulu’nun kararıyla müzeye dönüşmüş. Bize henüz nasip olmadı fakat siz giderseniz caminin ünlü kedisi şaşı Gli’yi görürseniz bol bol fotoğrafını çekmeyi unutmayın.
Topkapı Sarayı ise kuşkusuz Tarihi Yarımada’nın en önemli yapısı. II. Mehmed tarafından 1460-1478 arasında yaptırılan saray, Osmanlı Hanedanı’nın ikametgâhı, devletin yönetim ve eğitim merkeziydi. Hanedan 19. yüzyıl ortalarında Dolmabahçe Sarayı’na taşınana kadar da burada hüküm sürmeye devam etti. Şu anda sarayın Harem dairesi büyük ilgi görüyor. Saltanat hazinesi ve Mukaddes Emanetler de hâlâ burada saklanıyor ve sergileniyor. Saray topraklarındaki Aya İrini kilisesinde konserler düzenleniyor, içindeki ünlü restoranlar yerli-yabancı misafirlerini ağırlıyor.
Bu dörtlüyü tamamlayan Yerebatan Sarnıcı ise bölgenin en mistik ve huzurlu noktası adeta. Eskiden yerinde bir bazilika olduğundan Bazilika Sarnıcı olarak da adlandırılan, I. Justinianos tarafından yaptırılan bu büyüleyici sarnıçta, hepsi dokuz metre uzunluğunda 336 sütun bulunuyor. Loş ışıklandırmasıyla farklı bir atmosferi olan yapının kuzeybatı köşesinde, kaide olarak kullanılan iki ters Medusa başı heykelini görmeyi ve sarnıç içerisindeki sularda yüzen balıkları izlemeyi unutmayın.

ERH_4103

SOĞUKÇEŞME SOKAĞI & YEŞİL EV
Topkapı Sarayı’nın kapısını karşınıza aldığınızda, sol tarafta Soğukçeşme Sokağı uzanır. Trafiğe kapalı olan bu sokakta 12 ev, bir Roma sarnıcı, sokağa adını veren çeşme ve iki anıtsal kapı bulunur. Sokaktaki ahşap konaklar ise özellikle cumbalarıyla dikkat çeker. Aşağı doğru ilerlediğinizde sizi Gülhane Parkı’nın giriş kapısına çıkaran Soğukçeşme Sokağı, şimdilerde Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ve Keskin Holding iş birliğiyle “Ayasofya Konakları” projesi adı altında yenileniyor. Üstelik ünlü mekân işletmecilerinden Emre Ergani’yi de yanlarına almışlar. Sokaktaki bir konak hariç, diğerlerinin hepsi önümüzdeki günlerde butik otel, spa ve lüks restoran olarak hizmet vermeye başlayacak. Bir Sultanahmet klasiği olan ve benim de çocukluğumdan bu yana şehirde en sevdiğim yerlerden Yeşil Ev de bu projeye dâhil. Eskiden Serasker Rıza Paşa’nın konağı olan bu güzel bina ve bahçesi, yaklaşık iki yıldır kapalıydı. Mayıs sonunda restoran kısmı açılan Yeşil Ev’in butik otel bölümü de kısa bir süre içinde hizmete girecekmiş. Yeşil Ev, geçici bir süreliğine kapanmadan önce etrafı yem yeşil ağaçlarla çevrili, kuş sesleriyle dolu bahçesindeki havuzun etrafına serpilmiş ferforje masalarıyla yaşayan, nefes alan bir yerdi. Garsonlar müsait olduğunda size içinde yemek servisi yapmaya ikna edebildiğiniz camdan serası, her biri farklı tarzda dekore edilmiş odalarıyla bölgenin en huzur verici mekânlarındandı. Şimdi ise Yeşil Ev’de daha jenerik bir tasarım anlayışı hüküm sürüyor. Menü Osmanlı-Türk mutfağı ağırlıklı ve ne yazık ki nargile de sunulacakmış. Yeşil Ev’in hemen yanındaki Cedid Mehmet Efendi Medresesi içinde kurulu İstanbul El Sanatları Çarşısı ise bir şeyler içebileceğiniz sakin, huzurlu avlusu ve içinde ebru, bez bebek, hat, kaligrafi gibi el sanatları dükkânları barındırıyor. Burada, dükkân sahibi zanaatkârlar tarafından verilen kurslara da katılabiliyorsunuz.

ERH_4168

FOUR SEASONS & PALATIUM MAGNUM
90’ların sonunda ailece çıktığımız bir Sultanahmet gezisinde, Four Seasons Hotel Istanbul at Sultanahmet’in arka tarafında kalan bir halı dükkânının bahçesini çok beğenmiştik. Fotoğraf çekmek için sahiplerinden izin istediğimizde bahçede oturanların çay keyfine ortak olmuştuk. O zamanlar Mehmet Amca diye benimsediğimiz dükkân sahibinin bize çay ikram edip “Bakın ben ne keşfettim!” diyerek bizi gururla yerin altına inen derme çatma merdivenlere sürüklemesi ve “Palatium Magnum” yani Büyük Saray’dan kalma bir sarnıçla tanıştırmasının üzerinden 15 yıldan fazla zaman geçti. Bu süre içinde Mehmet Başdoğan ve ailesi kendi çabalarıyla bu sarnıcın kazısını ve temizliğini üstlendiler. Bildiğim kadarıyla birkaç kez Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurmalarına rağmen keşifleriyle pek ilgilenen de çıkmadı. Halı dükkânı birkaç yıl önce kapandı. Şimdi yerinde altındaki sarnıcı ücretsiz gezmenize izin veren Palatium Café var ve yine Başdoğan Ailesi işletiyor. Sarnıcın 330-1081 yılları arasında Bizans imparatorlarının kullandığı ve neredeyse tüm Sultanahmet bölgesini kapsayan Büyük Saray’ın bir parçası olduğu düşünülüyor. Bu sarnıcın bir benzeri ise Arasta Çarşısı’nın sonunda, Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’nin yakınlarında duruyor.
Biraz önce bahsi geçen Four Seasons Hotel Istanbul at Sultanahmet’in iç avlusunu da mutlaka görün derim. Avludaki kafede bir şeyler yiyip-içmenize gerek yok. Kapıdaki görevliler sadece fotoğraf çekmek için gelenlere de izin veriyorlar. Tahminen 1919’da inşası biten bina, 1969’a kadar Sultanahmet Cezaevi olarak kullanılmış, yani buranın bir otel için benzersiz bir mimariye sahip olduğu kesin!ERH_4199

ÇEMBERLİTAŞ’TAN KAPALIÇARŞI’YA
Sultanahmet Meydanı ve çevresini gördükten sonra, biraz da acıktıysanız yapılacak en iyi şey Çemberlitaş Hamamı’nın yanından, Kapalıçarşı’nın bilimum giriş kapılarına bağlanan sokaklara sapmak. Sokak boyunca Mehmet, Rıza gibi isimleri olan pek çok dürümcü var ama bizim bu gezide durağımız Dürümcü Raif Usta’ydı. Dürüm fiyatları 10 TL’den başlıyor. Masaya oturur oturmaz önünüze, közlenmiş acı biberler geliyor. Raif Usta’nın sokağının sonundan sola saptığınızda karşınıza çıkan İdi’nin Yeri bir vejetaryen restoranı ve et yemeyenler için bölgenin ideal mekânlarından. Sizi Kapalıçarşı’nın Kılıççılar Kapısı önüne çıkaran bu sokakta Dönerci Şahin Usta, önünde her daim kuyruk olan Aynen Dürüm ve Tarihi Subaşı Lokantası da dillere destan.

ERH_4236

KAPALIÇARŞI
Kılıççılar Kapısı’ndan girdiğinizde gözlerinizin kamaşmasına hazır olun çünkü burada her yer kuyumcu ve her vitrinde yüzlerce kilo altın takı sergileniyor. Vitrinlere gereğinden fazla bakınca “Bunlar gerçek altın mı? Bu vitrinde kaç liralık mal vardır sence? Bu tasarımları kimler alıyor?!” diye zihniniz size oyunlar oynuyor. Fakat ilerleyince, çarşının modern yüzüyle karşılaşıyorsunuz. Bu kısımda tasarım butikleri ve şirin kafeler ağırlıkta. Cambaz, el yapımı takıları ve ahşap telefon kılıflarıyla hemen dikkat çekiyor. Ambroise Cafe ise cheesecake seçkisi ve dükkân önüne asılı, gözden kaçması imkânsız nazar boncuklarıyla çok sevimli bir yer. Abdulla Natural Products ise doğal sabunlar, bornoz, peştamal ve diğer tekstil ürünleri satıyor. Çarşının en ünlüsü Şark Kahvesi ise Yağlıkçılar Caddesi’nde sizi bekliyor.