atifakin_arewehuman_mutantspace_09

ATIF AKIN
PROJE KÜMESİ: ZAMANI TASARLAMAK
PROJENİN ADI: MUTANT SPACE
New York’ta yaşayan Atıf Akın sanatçı ve tasarımcı. Rutgers Üniversitesi’nde Görsel Sanatlar departmanında yardımcı doçent doktor olarak öğretim üyeliğine devam ediyor. Çağdaş sanat, bilim ve politika ekseninde çalışmalarını devam ettirirken yaptığı işler tekno-bilimsel bir eleştiri kıvamında. 3. İstanbul Tasarım Bienali’ndeki projesi ise nükleer güç ve radyoaktiviteler üzerine kurulu. Akın, sanatsal pratiklerle politik meseleler üzerine kafa yormaya davet ediyor. Proje, Ağrı ve Aragat Dağları ile Nuh’un Gemisi hikâyesine kadar uzanıyor.

Tasarım Bienali’nde sunacağınız projeden biraz bahsedebilir misiniz?
“Mutant Space” isimli bu projenin bütünü, aslında nükleer tarih açısından önemli dört farklı lokasyonla ilgili, tekno-bilimsel eleştiri bağlamında araştırmaları içermektedir. Ukrayna’da Çernobil, Finlandiya’da Onkalo, Amerika Birleşik Devletleri’nde Hanford ve Ermenistan’da Metsamor isimli alanlar, bunların tarihsel ilişkileri, arkeolojik, teknolojik, jeolojik, mimari ve mekanik bileşenler üzerinden inceleniyor. Bugün Çernobil terk edilmiş, izole bir bölge. 1986’da Avrupa ve Asya’nın bazı bölgelerinde radyasyon fiziksel ve mitik olarak yayıldıktan sonra, felaket bir temaşa halini almış, bölgenin tamamı soğuk savaş döneminin bir anıtı haline gelmiştir. Onkalo Nükleer Yakıt Deposu, dünyada ilk kez nükleer atıklar için derin bir jeolojik depo olarak tasarlanmış. 1943 yılında kurulan Hanford Sahası Washington Eyaleti’nde, ABD hükümeti tarafından işletilen bir nükleer üretim kompleksi olarak Manhattan Projesi’nin bir parçası olmuş. Japonya’ya atılan ilk atom bombalarında kullanılan plütonyum da bu sahada üretilmiş. Bütün bu dört alan içerisinde Metsamor’un, hem proje bağlamında tarihi konumuyla hem de Türkiye sınırında oluşu nedeniyle diğer mekânlar arasında daha önemli bir yeri var.

atifakin_arewehuman_mutantspace_05a

Ama siz projenizi arkeolojik ve mitolojik açıdan da önemli olan bir coğrafi bölgede kurguluyorsunuz…
Metsamor antik kentinin tarihi M.Ö. 3’üncü binlere, Tunç Çağı’na kadar uzanıyor. Savaş, yıkım ve yeni başlangıçların izleri 1965 yılında başlayan ve aralıklar ile devam eden arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan, insan eliyle yapılmış, tasarlanmış nesneler sayesinde sürülebilir. 11. yüzyıl civarında Metsamor’un nüfusunun 50.000’in üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. 1969 yılında kurulan modern Metsamor kenti, Metsamor Nükleer Santrali çalışanları için tasarlanmıştır ve yaklaşık 10.000 kişilik bir nüfusa sahiptir. Metsamor Nükleer Santrali, Çernobil’den kısa bir süre sonra SSCB tarafından 1969 yılında tasarlanmış ve inşa edilmiştir. Bölge sonsuz tarihsel ve güncel katmanları ile iki kutsal volkanik dağ arasında, Aragat Dağı ve Ağrı Dağı arasında yer almaktadır. 1988 Erivan depremin merkez üssü Aragat Dağı’nın 50 km güneyindeydi; 2011 Van depreminin merkez üssü ise Ağrı Dağı’nın 140 km güneybatısı oldu. Yazılı ilk kıyamet senaryosu olan Nuh’un Gemisi’nin de Ağrı Dağ’ında karaya vurduğu rivayet edilir. Nükleer bilim ve radyasyon tarihi biraz mitolojiye benziyor, gerek yaratabileceği sonuçlar gerekse etki altında tuttuğu zaman ve mekân genişliği açısından mitolojik ölçekte… Metsamor, felaket mitolojisi (Nuh’un Gemisi) ile modern çağın bilimsel felaketi şiirsel bir şekilde bir araya geliyor. Benim 2008 yılındaki ilk Ermenistan seyahatimde ilgimi çekmesinin sebebi aslında bölgenin arkeolojik cazibesi ve güzelliği oldu.

Kimi parçalar binlerce yıl boyunca varlığını doğada sürdürmeye devam ediyor. Bizi tasarlayan şey de bu radyoaktif maddeler mi?
Dünyanın yeni bir çağa girdiğini savunan bazı bilim insanları, “İnsan (Anthropocene) Çağı” olarak tanımladıkları bu devrin bilimsel olarak tanınmasını sağlamak amacıyla bir girişim başlattı. Uzmanlar, İnsan Çağı’nın büyük olasılıkla yerküre tarihinin “tamamen yeni” anlamına gelen Holosen devrini kapatarak yeni bir devir açacağını söylüyor. Buna karşın zaman bölmelerinde daha üst sıralarda olan dördüncü zaman ve en son jeolojik çağ kapsamında kalacak. Çalışma grubunun 10 üyesi, yeni devirle ilgili en iyi işaretin 1950’li yıllardaki atom bombası araştırmalarında kullanılan plütonyum serpintilerinin deniz, göl, buz katmanlarında bulunması olduğunu düşünüyor. Ekolojiyi, insanlığı dışında tutarak düşünmemeliyiz. Timothy Morton’un da belirttiği gibi, ekolojik düşünce, ekoloji hakkındaki düşüncedir ama aynı zamanda kendisi ekolojik olan düşünme biçimidir… Ekolojik düşünce “insan zihninde” kendiliğinden birdenbire ortaya çıkmaz. Nihayetinde demokrasi hakkında düşünmeyi içerir. Gerçek anlamda eşit varlıklar arasında gerçek anlamda demokratik bir buluşma neye benzer, bunu tahayyül edebilir miyiz? Buradan hareketle aslında doğanın mı bizi, bizim mi doğayı tasarladığımız sorusunun net bir cevabı yok ama sorunuza katılıyorum: -Bu parçacıklar aradaki ilişkiyi mutlak suretle canlı tutuyor. En azından tahayyül edebildiğimiz kapsamda… Timothy Morton bu nesnelere “hipernesne” ismini veriyor. Zaman ve mekânda sonsuz miktarda saçılmış nesneler.

 

 

1 2 3 4 5