İki perde su gibi akıp geçti. Hikmet kâh sallandı, kâh yuvarlandı, kâh uykuya daldı. Arada Erdem oldu karton bir bardaktan bir-iki yudum su aldı… “Tehlikeli Oyunlar”la unutulmayacak bir işe imza atan Erdem Şenocak’a merak ettiklerimizi sorduk, o da samimiyetle anlattı.
Seyyar Sahne’nin yapımı, Celal Mordeniz’in yönettiği “Tehlikeli Oyunlar”, 2009’dan bu yana kapalı gişe oynuyor. Erdem Şenocak’ın verdiği bilgiye göre oyunu bu yıllar içinde izleyen seyirci sayısı 30 bine yaklaşmış. Oyun, her gün benzerleri yaşanabilecek olayları, kendinizi ya da çevrenizi gösteriyor size. Siz de bazen sizi çok üzen hallere bile kahkahalarla gülebiliyorsunuz, çünkü bunu sahnedeki Hikmet yaşıyor. Romanın yazarı Oğuz Atay “Tehlikeli Oyunlar”da hırs, kibir, kaybetme, kazanma gibi evrensel kavramları anlatmış ve Erdem Şenocak da sahnede bunları Hikmet’in karışık zihni vesilesiyle bize gösteriyor. Üzerine saatlerce konuşulabilecek bir oyun “Tehlikeli Oyunlar”. Dergide yerimiz kısıtlı olsa da “İyi ki internet sitemiz de var” diyoruz ve röportajın uzun halini buradan paylaşıyoruz.
Röportaj: İlknur Eşsiz Fotoğraflar: Hakan Aydoğan
Oyun biçim olarak seyirciye farklı bir tiyatro deneyimi sunuyor. Örneğin oyun henüz başlamadan sizi sahnede görüyoruz, seyirci içeri giriyor ve siz hazırlıklarınızı bitirip bir şeyler yudumlayıp oyuna başlıyorsunuz. O hazırlık sırasında, seyirci size “Ne yapıyor bu adam?” diye bakarken ne hissettiğinizi merak ettim.
Öyle mi bakıyorlar gerçekten? Hiç öyle düşünmemiştim. Tabii, İtalyan sahnelerdeki oyun öncesi karşılaşma, seyirciyle daha yakın temasın sağlandığı düzayak sahnelere oranla biraz daha farklı oluyor. Eskiden oynadığımız İTÜ Maçka Sahnesi’nde seyircilere yerlerini de gösterme ve tek tek “hoş geldiniz” deme şansım oluyordu mesela. Bu, oyunun başlamasıyla birlikte yaşanacak karşılaşmaya bir tür hazırlık benim için ve sanırım seyirci için de. Oyuncunun oyun başlamadan önce sahnede görülmesinin o karşılaşmanın büyüsünü bozduğu da iddia edilebilir ama bence tam tersi.
Seyyar Sahne’nin, tiyatronun biçimi, anlatım, seyirciyle oyuncu ilişkisi üzerine belli ki farklı bir tavrı var. Bu tavrı “Tehlikeli Oyunlar” üzerinden kısaca anlatmanızı istesem?
Aslında bu tespiti yapan kişi olan sizden dinlemek isterdim bunu. Yine de dolambaçlı yollardan bir şeyler söylemeye çalışayım. Ne kadar kısa kesebilirim, onu da bilemiyorum, çünkü oldukça kapsamlı bir soru bu. Oyuncu, metin, yönetmen ve seyirci gibi öğelerin aralarındaki ilişki üzerine kafa yorduğumuz kesin. Metinden başlayayım. Anlatmayı tercih ettiğimiz metinleri yorumlamaya değil anlamaya, tabiri caizse o metnin içine dalmaya çalışıyoruz. Metni bir kere sevmişsek ki -sadece sevdiğimiz metinleri oynamak gibi bir lüksümüz var- onun özgün bir yorumunu yapıp imzamızı atmaya çalışmaktan çok, kendimizi metnin aracısı kılmayı hedefliyoruz. Çelişkili gibi görünebilir ancak özgün bir şey yaratmanın yolu da buradan geçiyor bize göre…Yani kendi sesini susturup metni gerçekten duyup dinlemekten. “Tehlikeli Oyunlar” özelinde metni duymamızı engelleyebilecek bir şey de Oğuz Atay’ın ve romandaki başkarakteri Hikmet Benol’un etrafındaki romantik hali olabilirdi. Buna hemen hemen hiç kapılmadık diyebilirim. Hikmet’in aşırı yüceltilmesinin romanın yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını düşündük baştan beri. Bu düşünsel berraklığı o sıralarda başka vesilelerle tanıştığımız düşünür René Girard’ın roman kuramına borçluyuz.
Oyuncunun tekniği üzerine çok yoğun çalışıyoruz yaklaşık 10 yıldır. Farkına varabildiğimiz şeylerden biri şu oldu: Teknik, performans sırasında kesinlikle görünmemeli. Bunun iki şekilde gerçekleşebileceğini düşünüyoruz: varlığıyla ya da yokluğuyla. Yani, bir oyuncu tekniğiyle gösteriş de yapabilir veya neyi, nasıl yaptığını hiç bilmeyecek derecede acemi olabilir. İkisini de performans anındaki karşılaşmayı bozan şeyler olarak görüyoruz. Bizim kendimizce bulduğumuz çözüm, provalar sırasında tekniğin olabildiğince mükemmelleştirilmesi ve sonrasında da kendisinden hiç iz kalmayıncaya dek silinmesi. “Tehlikeli Oyunlar”da oldukça yoğun geçen prova döneminde de yönetmenimin uyarıları hep bu yönde oldu.
Seyirciyle kurulacak ilişki, en önemli sorunsallarımızdan. Yönetmenim Celal Mordeniz, “Performans sırasında seyirciyle oyuncu arasında gerçek bir diyalog kurulabilmesi için provalar sırasında metin-oyuncu-yönetmen arasında da benzer bir diyaloğun kurulabilmesi önemlidir” der. Tüm bu ilişkilerin diyalojik bir şekilde gerçekleşmesi, başka bir ifadeyle, ilişkinin taraflarının birbirlerinin alanına tecavüz etmeden etkileşebilmeleri, sanatın büyüsü dediğimiz şeyin ortaya çıkması için şart. “Tehlikeli Oyunlar”da sahne, ışık, ses tasarımındaki, rejideki, oyunculuktaki sadelik de bundan kaynaklanıyor; yani gevezelik etmemek için. Takdir edersiniz ki gevezelik de diyaloğu engelleyen bir şeydir sıklıkla. Grotowski’nin “yoksul tiyatrosu”sundan Brook’un “boş alan”ından biz, böyle bir şey anlıyoruz.
“Hikmet” karakteriyle sizin aranızda ya da bizim aramızda ortak noktalar çok. Siz hangi halleri kendinize daha yakın buldunuz?
Atay öyle bir deha ki, sadece kendiniz hakkında bildiklerinizi değil; kendinizde daha önce fark etmediğiniz şeyleri de Hikmet’te görüp “Aa, aynı ben” diyorsunuz. Söylediğiniz üzere, benim de herkes gibi Hikmet’le ortak noktalarım çok. Bunların hemen hepsiyle özdeşleştiğim için, daha önce böyle bir karşılaştırma yaptım desem yalan olur. Yine de ilk aklıma gelen şu: Hikmet romanın bir yerinde rüyasını anlatırken, nefret ettiği tüm özelliklerin toplandığı bir adamdan bahseder. Kısacık bir an sonra adamın onu çağırması üzerine rüyasında koşarak onun yanına gittiğini, kendinden tiksinerek anlatır. Bu tıynetsiz hal bende de sık sık görülen bir şey sanırım.
Ayrıca bir erkeğin canlandırdığı bir rol ama kadın-erkek her seyirciyi kolaylıkla yakalıyorsunuz Hikmet’le…
Romanda olan ve oyuna akan bir şey bu. Mesela okuduğunuzda aynı ben demiyor musunuz? Kibir, kompleks, hırs, başarısızlık ve yenilgi gibi her alanda evrensel hislerden ve konulardan bahsediyor roman da oyun da. Dolayısıyla oyunu izlerken sürekli kendisini görüyor insan. Hayatımız küçük hırsların basit şeylerin etrafında dönüyor. Rekabetler sonucu kazansan da yenilsen de eline geçen bir şey yok.