Frederic’in önlem amacıyla başında dikildiği Jamal, İznik çinisi karoların üzerinde boylu boyunca yatıyordu. Sezai Birdenbire, Madam Margret’in bir kaşı havaya kalkmış yüzüne bakıyordu. Madam Margret ise; bir yerdeki Jamal’a, bir ayaktaki Frederic’e, bir de Birdenbire’ye… Ayaktaki üçlünün dikkatini giderek yaklaşan çıngırak sesi dağıttı. Yüzü basık, bol ve beyaz tüylü bir kedi, tasmasındaki çıngırağın sesi eşliğinde, yalının tüm yüzölçümüne pati izlerini bırakmışçasına tuhaf bir mağrurluk ve yorgunluk içinde gelip Jamal’ın yanında durdu. Jamal’ın jöleli saçlarını koklayan kediye bakan Sezai Birdenbire, “Pers oğlum ne yapıyorsun bakayım? Haydi, uzaklaş Jamal’dan, belki de Jamal, Jamal bile değil! Oh, yüce Tanrım!” diye inledi.
Ancak Pers, üçünün de olayın şokuyla almayı akıl etmediği, Jamal’ın kucağından fırlayan kitaba yönelmişti. O sakin ve mağrur kedi, kitabı deli gibi kokluyordu. Frederic, kıpırdanan Jamal’ın sırtına bastı ve “Yat!” dedi. Pers’in davranışlarını dikkatle izleyen Madam Margret, Sezai Birdenbire’ye dönerek “Bayım Birdenbire, Kedi Pers’in en sevdiği yemek nedir acaba?” diye sordu. Sezai Birdenbire, gözlerini sola yukarıya doğru kaldırıp -ki bu düşündüğü anlamına geliyordu- “Ah sevgili Madam, sanırım tavşan etiyle sotelenmiş, pirinç ve tahılla zenginleştirilmiiiş…” diye devam edecekti ki Madam Margret, onu bir el hareketiyle susturdu. “Tamam, şimdi anlıyorum” diyen Madam Margret, Pers’in yanına çöküp kitabı eline aldı ve Birdenbire’ye dönüp direktif verdi: “Beni takip ediniz.”
Madam Margret, Louis Van Direct mahlaslı ‘Moda Dünyasını Kavrayan Eldivenin Parmakları’ isimli kitabı kiraz rengi çalışma masasının üzerine koydu ve Pers de bunu fırsat bilip kısa bacakları ve tombul gövdesinden beklenmeyecek bir atiklikle masaya zıpladı. Sezai Birdenbire, kediyi masadan indirmek için davrandığında Madam Margret, “ O yo Bayım Birdenbire, yapmayın! Pers, kedi toplumunun çok akıllı bir üyesi belli ki… Bırakalım da işini yapsın” dedi. Madam, Pers’in tüyler fışkıran patileriyle eşelemeye çalıştığı kitabın sayfalarını tek tek açmaya başladı. Her bir sayfayı koklayan ve su yeşili yuvarlak gözleriyle de sayfalarda bir şeyler arayan Pers, sabırsızdı. Kitapta, Angora tavşanının tüylerinden yapılmış aksesuarların tanıtıldığı acımasız bölüme gelmişlerdi. Pers önünde koca bir tabak tavşanlı mama varmış gibi davranıyordu. Madam gülümsedi ve ekledi: “Bayım Birdenbire, sanırım artık Pers’i en sevdiği mamayla ödüllendirebilirsiniz. Çünkü bu sırrı o çözdü.”
Bu sırada Madam Margret çantasından çıkardığı büyüteciyle Pers’in koklamaktan deliye döndüğü kitabın sayfalarını inceliyordu. Madam, “Aha, ooooo! Evet, eveet, mutlaka! İkinci Dünya Savaşı yıllarında kullanılmış bir yöntem bu değil mi kuzum? Bravo, bravo tüylü ve zeki dostum Pers” diye kendi kendine söylenedursun son derece tiz bir kadın sesi yükseldi koridordan. “Sezaiii, neredesin hayatım? Ben eve döndüüüm” diye konuşan uzun boylu ve şık giyimli hoş bir kadın göründü çalışma odasının kapısında. Kadın, Sezai Birdenbire ve Madam Margret’in kitabın üzerine eğilmiş ne yaptıklarını anlamak istercesine ikisine bakıyordu.
“Ah, sevgilim. Gel lütfen ve Madam Margret ile tanış. Madam eşim Acile Birdenbire” dedi Sezai Birdenbire.
“Memnun oldum. Eşim sizden bahsetmişti. Bulmaca çözme konusunda ne kadar usta olduğunuzu anlata anlata bitirememişti” dedi Acile Birdenbire, Madam’a elini uzatırken. Madam Margret de mütevazı bir tavırla gülümsedi. “Teşekkür ediyorum, ben de memnun oldum Acile hanım” derken aniden Sezai Birdenbire’nin soru soran gözleriyle kesişti gözleri. Artık bu heyecanlı adamın merakına bir son vermek gerekiyordu. “Bayım Birdenbire, Pers’in burnuna şükürler olsun ki aradığımız sayfayı bulduk. Bu sayfa nasıl desem bilmiyorum ancak savaş dönemlerinde de kullanılan bir yöntemle yazılmış. Şuradaki yazıyı görüyor musunuz? O bir grafik değil aslında gerçek bir el yazısı. Ve size bırakılan bu not ise kırmızı kalemle değil tavşan kanıyla yazılmış” diye konuştu Madam Margret.
“Nasıl yani? Kim, neden not yazmak için demli çay kullanır ki? Anlayamıyorum” dedi Birdenbire.
“Efendim Bayım?” dedi şaşkın bir halde Margret.
“Hayır! Tanrım zavallı bir tavşanın kanını mı almışlar, şırıngayla? Beni kan tutar Sezai biliyorsun. Biraz başım döndü” diye abartılı bir çıkışla olayı aydınlattı Acile Hanım, koltuğa yığılırken.
Madam Margret, tam o anda Sezai Birdenbire’nin başının üstünde bir ampul yandığını gördüğüne ant içebilirdi. Birdenbire derin bir nefes alıp konuştu: “Şimdi anlıyorum Madam, anlıyorum. Peki, yazıda ne diyor acaba?”
“Şöyle diyor” dedi Madam: “Sen tavşanı ormanda ararsın, o aslında kar küresindedir. Sen tavşanı kar küresinde ararsın, o aslında bir anahtar deliğindedir. Sen tavşanı delikte ararsın, o senin ellerindedir.”
Sezai Birdenbire’nin kafasında ikinci ampul yanmıştı. “Madam Margret, bu kitabı aldığım gün bana ne hediye edildi biliyor musunuz?”
“Yani tabii ki bunu bilemem Bayım. Ama dilerseniz tahminlerde bulunabilirim. Pipo, kalem, kâğıt ağırlığı, kitap tozu alıcı, belki gümüş bir şamdan…”
“Ah! Hayır, Madam hayır! Masanın üzerindeki kar küresini görüyor musunuz? İşte o hediye edildi bana” dedi Birdenbire ve kar küresini eline alıp küçücük bir çocuğun gururuyla Madam’a uzattı. “Bakııın! İyice bakın. İçinde ne görüyorsunuz?”
Madam Margret, elindeki büyüteci kar küresine tuttu ve küredeki tavşanı gördü. Tıpkı kitapta yazdığı gibi… Acile Birdenbire, olaylardan geri kalmak istemiyordu anlaşılan. Kendisini attığı koltuktan fırlayıp Madam’ın elindeki kar küresine uzandı, fakat küreyi tutamadı. Küre yere düştü ve tuzla buz oldu. Pers’le birlikte dört çift göz olanları sadece izledi, çünkü yer çekimine kimse meydan okuyamaz ya da zamanı geri alamazdı. Fakat bu sakarlığa çok şey borçlulardı. Kürenin parçaları arasında “ben buradayım” dercesine bağıran altın sarısı bir anahtar ilk önce Madam Margret’in dikkatini çekti. “Bakınız Bayım Birdenbire, yazıdaki anahtar bu.”
“Ah evet o olmalı. Peki, ne diyordu yazıda? ‘Sen tavşanı delikte ararsın, o senin ellerindedir’. Öyleyse bu anahtarın açtığı her neyse bizi gerçeğe yaklaştıracak demektir” diyen Sezai Birdenbire eşine döndü ve sordu: “Sevgilim bu anahtar sence nereyi açıyor olabilir?”
Acile Birdenbire kendinden emin bir şekilde mini minnacık anahtarı eline aldı, yokladı, kokladı, ağzına götürüp tadına bakar gibi yaptı, avcunun içinde tutu ve gözlerini kapattı. Ardından tereddütsüz bir şekilde “Bu anahtar kilitli bir kitabı açıyor” dedi.
Bu kez şaşırma sırası Madam Margret’teydi. “Fakat nasıl?” demeye kalmadan Acile Hanım gururla konuştu. “Anahtarlar benim ilgi alanımdır. Dünya yüzeyinde bir anahtarla ilgili benim kadar çok şey bilen çok az insan bulunabilir” dedi.
Sezai Birdenbire’nin kafasında yanan üçüncü ampulü de görür gibi oldu Madam Margret. Adam hızlı adımlarla tablonun ardında sakladığı kasasına yöneldi ve kasayı açtı. İçinden kapağı demirden bir kitap çıkardı. Kitabı masanın üzerine getirdi ve anahtarı deliğe soktu, kilitli kapağı zahmetsizce açtı Sezai Birdenbire ve karmaşık duygularla konuştu: “Sevgili Madam. İnanılır gibi değil, ancak aradığım kitap bir ekmekçilik kitabıymış ya! Hayretler içindeyim. Ben de bir ekmekçilik kitabı neden altın mürekkeple yazılır ki diyordum. Yine de anlayamıyorum. Kitabın adının ‘Pandora’nın Kutusu’ olması gerekiyordu. Oysa bu kitabın adı ‘Unların En Ulusu’. Bu nedir böyle Allasen? Tam bir saçmalık.”
Acile Birdenbire eşini teskin etmek için yanına gitmişti ve ikiliye bakan Madam Margret, “Sakin olunuz lütfen. Eğer işaretler bizi bu kitaba getirdiyse doğru yoldayız demektir. Kitabın şifreli bir yazımı olduğunu düşünüyorum Bayım Birdenbire. Bunun için de Şifreci Zekai Kodkıran’la çalışmanızı öneriyorum. Zira bu kitapta her ne arıyorsanız bunu bulmak belli ki zamanınızı alacak. Profesör Zekai Kodkıran, beyniyle göç etti ve ABD’de yaşıyor. Size bilgilerini vereceğim. Sanırım benim işim buraya kadar… Artık gitsem iyi olacak Bayım Sezai ve Hanımı Acile. Sizleri böylesine nahoş bir olay vesilesiyle de olsa tanımaktan memnunum” dedi.
Sezai Birdenbire ve eşi Acile Birdenbire kendisini kapıya kadar geçirdiklerinde Jamal’ı ve onun başını bekleyen Frederic’i gördüler. Madam Margret, Sezai Birdenbire’ye şunları söyler gibi baktı: “Jamal’ı adalete teslim edin bayım, yoksa iki elim yakanızda olur.” Ardından Frederic’e de şöyle der gibiydi bakışlarıyla: “Üzgünüm Frederic seni burada epey yordum. Artık gidelim. Beni eve bırak ve sen de dinlen.”
Beyin dalgalarıyla yaptığı konuşmaların anlaşıldığından hayli emindi Madam Margret. Ancak Acile Birdenbire’yle bu frekansı bulmak için çok zamanları olmamıştı. Bu nedenle ona dönüp konuştu: “Kan tutmasına karşı kırmızı boyalı bir suya gün aşırı 10 dakika bakınız Sevgili Acile. Bu sonradan Şaman arkadaşım Gök’ün bir tavsiyesi. Deneyiniz!”
Madam Margret, kapıdan çıkarken derin bir nefes alıp yalıdan dışarı ilk adımını atarken tüm sorunları çözmenin verdiği rahatlamayla evinde içeceği Kopi Luwak kahvesinin hayallerine dalmıştı bile.
– BİTTİ –
Madam Margret’i instagram ve facebook hesabından takip edebilirsiniz.