Her sokağın farklı rengi, farklı sesi var. Rumlar ve Ermeniler’den kalan muazzam güzellikteki apartmanlar ve içlerinde yaşanan bambaşka hayatlar… Dolapdere’deydik.
dolapderegal3
Pangaltı yokuşundan bırakıyorum kendimi aşağı doğru. Hem biraz ürküyorum hem de gizemini merak ettiğim bir semti keşfedeceğim için heyecanlıyım. Daha önce Dolapdere’ye İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin kampüsündeki etkinlikler için gelmişliğim var. Bir de trafiğin yoğun olduğu saatlerde Dolapdere yokuşundan sarı dolmuşlar içinde geçerken zihnimde yer eden saniyelik kareler var: Merdivende çekirdek çitleyen kadınlar, sokak köşelerinde bekleyen delikanlılar, bağıra çağıra oyun oynayan çocuklar...
Dolapdere’yle ilişkimiz bu kadardı, ta ki bu sayı için keşfe çıkana dek. Şunu baştan söyleyeyim; Dolapdere, ne geçmişini araştırmakla ne de sokaklarını arşınlamakla kolay kolay anlaşılır. Civardaki tüm yokuşların buluştuğu bu semt, sanırım İstanbul’un en kendine has yerlerinden biri. Kafamda bin bir türlü soruyla merkeze yaklaşırken aklıma çok eski zamanları geliyor. Rum ve Ermeniler’in çoğunlukta olduğu semtte artık Romanlar ve Kürtler’in yanı sıra Afrikalılar ve Suriyeliler de yaşıyor. Tam bir kültür mozaiği...
Tarlabaşı’nın İstiklal Caddesi tarafı ne kadar ışıltılı ve “kısmen” güvenliyse, caddenin öte tarafı da bir o kadar karanlık ve tekinsiz görünüyor çoğu zaman. Bize hep olumsuz hisler uyandıran bu semt, gerçekte de bu kadar tehlikeli mi peki? İnsanlarıyla konuştukça anlıyorum ki sokaktan sokağa değişiyor tehlikenin boyutu.