Neler olup bittiğini daha iyi anlayabilmek adına 56. Venedik Bienali’ni yerinde görmeye karar verdik. Ulusal katılımların sağlandığı 90’dan fazla Pavyon, ana mekânlarda yapılan karma sergile ve yan etkinlikler derken Venedik^te üç gün sağı, solum sanattan ibaretti. Her birini dergiye taşımak pek tabii delilik olurdu ve elbette cesaret isterdi. Sayfalardaki pavyon, sanatçı ve işlerin nedenlerini soracak olursanız hepsi bienalin ana teması hakkında bir şeyler söylüyor, ancak biraz da kişiseller.
Ocak ayından bu yana heyecan içerisinde Venedik’e gitmeyi bekliyordum. Sarsıntılı bir yolculuk sonrası “vaporetto”dan inip San Marco meydanına ulaştığımda içimdeki memnuniyet dolu rahatlamanın tarifini yapamam sanırım. Tabii “rahatlama” diyorum ama gerginliğim devam ediyor. Venedik’te sadece üç gün kalacağım. Sergiler iki farklı alana yayılmış durumda. Ne var ki çeşitli ülkelerin pavyonları ana mekânların dışında. Bir de hazır buraya kadar gelmişken The Peggy Guggenheim Collection’daki “Pollock” ve Fondazione Prada’daki “Portable Classic” sergilerini görmeyi hedefliyorum. Ertesi gün sabah saat 9.55’te Arsenale’de kırmızı duvarlardan oluşan ve dekorasyonu pek de Venedik’i andırmayan bilet satış ofisindeydim. Ve maceram start aldı…
ARSENALE ANA SERGİ
Eski bir tersane olan Arsenale, 29 ülkenin pavyonuna ek olarak “All The World’s Futures” sergisinin bir kısmına da ev sahipliği yapıyor. Sergi alanına girdiğinizde kendinizi bienal’den çok bir sanat fuarındaymış gibi hissediyorsunuz. Bienal başlığı kabaca “Herkesin Geleceği” olarak dilimize çevrilebilir. Ancak gezdiğim ana serginin temasının pek de gelecekle alakası olduğu söylenemez. Gelecekten çok tarih ve politikanın ön planda olduğunu söylemeliyim. Zaten sergilerin ve bienal’in küratörü Okwui Enwezor’un sürekli dile getirdiği Karl Marx etkisini burada görmek mümkün. Sergi alanı bir koridoru andırıyor. Ana sergiden geçerken karşımıza çıkan işler arasında Kutluğ Ataman’ın “Sakıp Sabancı” adlı çalışması da yer alıyordu. Bunun dışında Adrian Piper, Steve McQueen, Kay Hassan, Carsten Höller ve Jason Moran gibi isimlerin işleri de yer alıyor.
TÜRKİYE
Neon, ayna, vitray ve müzik. Materyal kullanımı açısından Türkiye pavyonu hayli zengindi. İKSV’nin ve 21 destekçinin girişimiyle hazırlanan alanın küratörlüğü Defne Ayas’a ait. Birçok pavyonda olduğu gibi Türkiye’yi de tek bir isim temsil etti: Sarkis.
1915 Olayları’nın 100. senesinde Sarkis’in seçilmesi birçoklarının garibine gitmişti. Sarkis’in İstanbul Modern’de de bizi karşılayan “Gökkuşak” adlı çalışmasına Hrant Dink’in, “Kırmızılı Kadın”ın vitrayları ve Jacopo Baboni- Schilingi’nin 45 dakikalık kompozisyonu eşlik etti. Neon ışıklarının fütüristik havasına rağmen Türk pavyonu müziğin ruhani yapısıyla maneviyatı yüksek ve huzur dolu bir yerdi.