Ayşe Wilson’un evreni, sıradan ve fantezi arasındaki çakışmayı arayan evrensel temaların yanı sıra, kişisel anları da içerisinde barındırıyor. Hafıza, gençlik ve kimlik konularını keşfeden ve onları eğlenceli bir şekilde harmanlayan sanatçıyla, yeni sergisi ‘Polaris’e dair sohbet ettik.
Çalışmalarına New York’ta devam ediyorsun. Bize biraz oralardan bahsedebilir misin, nasıl bir mahallede yaşıyorsun, atölyen nerede?
Atölyem Queens’te. Burası, Moma PS1’ın da varlığı sonucunda özellikle son 10 yılda sanatçılar için güncellenmiş, genişletilmiş bir mahalle haline geldi. Aslında birçok büyük depo stüdyo alanına dönüştürüldü. Midtown Manhattan metrosuna sadece bir durak uzakta olması da değişimi destekledi. Hâlâ doğallığını koruyan ve böyle kalmasını umduğumuz, bir mahalle burası. Long Island City’yi de, East River’daki ünlü Chrysler binasını da görebiliyorsunuz. Manhattan’ın tüm kolaylıklarına sahip, ancak Manhattan’ın koşuşturmacasından da kopuk olan daha sessiz bir ortamdayız.
İstanbul ve New York’un sanat dünyaları arasında gidip gelen biri olarak bu iki kentin sanatsal potansiyellerini nasıl değerlendiriyorsun?
İkisi de inanılmaz canlı ve yaratıcı. Sanat dünyalarından birçok farklı kültürü ve fikri bünyelerinde barındırıyorlar. Ayrıca farklı disiplinlerden yaratıcı bireylere olanaklar da sağlıyor bu şehirler. Bana göre, New York ve İstanbul gibi büyük şehirlerin sakinleri oldukça fazla ortak noktaya sahip oluyor. Ve bu enerji bu kentlerde bulunan sanat manzaralarına da yansıyor.