Feminist sanatın Türkiye’deki en güçlü seslerinden Canan’ın Rampa’daki ilk sergisi “Işıl Işıl Karanlık” sanatçının yeni video, fotoğraf, resim ve enstalasyon çalışmalarını bir araya getiriyor. 27 Şubat’a kadar görülebilecek sergiyi bahane edip sanatçıyla bir araya geldik ve sanatın politikayla olan ilişkisi, feminist sanat ve sergideki çalışmaları hakkında sohbet ettik.
“Sanat, politika üzerinde direkt bir etki yaratmasa da, politika hakkında düşünmemizi ve konuşmamızı sağlayabilir” diyorsunuz. Türkiye’den bir sanatçı olarak politik işler üretmenin sorumluluğunu üzerinizde hissediyor musunuz?
Kişisel olanın politik olduğuna da inanan bir feministim. Yaşadığımız en mahrem görünen alanların bile politika ile şekillendiğine inanıyorum. Dolayısıyla bunu dışarıdan dayatılan bir sorumluluk olarak algılamaktan öte, yaşamıma doğrudan müdahale ettiğinin bilincindeyim. Politik işler üretmek gibi bir sorumluluğum yok. Tam aksine işlerim kişisel hayatımda beni direkt rahatsız eden konulardan ortaya çıkıyor.
Soyadınızla ilgili bir manifestonuz var, isminizi Canan Şenol’dan CANAN’a değiştirdiğinizi açıkladınız. Bu süreçten bahsedebilir misiniz?
1991 yılında evlendiğimde o günün yasalarına göre ismim her evlenen kadın gibi rızam alınmadan Canan Şenol olarak değiştirildi. O zaman iki soyadını birden kullanamıyordunuz. O yüzden bu isme alışmak zaman aldı. Her ne kadar evlenmeden önceki soyadımla yaşamaya çalışsam da resmi işlemlerde zorlanıyordum. 1991’den sonra Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girip Canan Şenol adıyla eğitimimi tamamladım ve kariyerim bu soyadı ile şekillendi. 2010 yılında eşimden boşanmaya karar verdim. Başlarda soyadımı değiştirmeyi planlamıyordum, ta ki yasaları öğrenene kadar… Kanunlar evlenirken rızam alınmadan değiştirdiği soyadımı, boşanırken kocanın rızasına ve onayına bırakıyordu. Bu izni almak, her ne kadar prosedür gereği olsa da benim açımdan onur kırıcıydı. 2010 yılının 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde ne ayrıldığım kocamın ne de erkekten erkeğe geçen babamın soyadını en azından kariyerimde kullanmamaya karar verdim.
Ataerkil sistemi ve kadın bedeninin nesneleştirilmesini eleştiren işlerinizle tanınıyor, “Bedenim bana ait” diyorsunuz. Türkiye’de kadın bir sanatçı olmanın zorlukları neler?
Öncelikle “kadın sanatçı” tanımı tek başına bile, eril sanat dünyasında var olmaya çalıştığımızın bir göstergesi. Kadın cinsiyetli sanatçılar kategorize ediliyor, birbirleri ile kıyaslanıyor, bir kulvara konulup yarıştırılıyor ve bu tanım erkek sanat tarihçileri tarafından yapılıp sanat tarihi yazılıyor. Sanat dünyasındaki feminist üretimler “kadın sanatçı” tanımını kırarak, feminist sanat/sanatçı tanımını ortaya koymuştur.
Peki, kadın sanatçılar ülkemizin sanat dünyasında nelerle karşılaşıyorlar?
Türkiye’de kadın sanatçılar sayıca çoklar ve etkili işler üretiyorlar. Türkiye’de büyük kurumların grup sergilerinde kadınlar yer alsa da solo sergileri daha az oluyor. Galerilerin sanatçı listelerine baktığımızda kadınların sayısı yarıdan az. Müze ve özel koleksiyonlara baktığımızda da kadın sanatçıların daha az olduğu görüyoruz. Daha düşük fiyatlı işlerle koleksiyonlara girdiğini de görüyoruz. Karar verici konumdaki erkek yöneticiler, sergilere, okullara, eğitim ve sanatçı misafir programları ile koleksiyonlara kimlerin dahil edileceği gibi konularda da etkili. Kadın sanatçıların üretimlerinin hafif, derinliksiz ve basit olduğu konusunda yaygın bir inanışın olduğunu da söyleyebilirim. Kadınlar ancak yaş alıp kendilerini kanıtladıktan sonra erkek sanatçılarla eşit duruma gelebiliyor.
Kadın sanatçılar politik iş ürettiklerinde çeşitli galeriler veya kurumlarda sansüre uğruyorlar mı? Ya da otosansür güçlü mü?
Sırf kadın oldukları için sanatçılara sansür uygulandığını düşünmüyorum ama üretimlerinin daha cesur olduğunu düşünürsek, sansüre erkek sanatçılardan daha fazla uğruyor. Kurumların ve galerilerin de üzerinde baskı mekanizmasının işlediğini düşünüyorum; bu sebeple sorun yaratabilecek yapıtları ya da sanatçıları sergilere davet etmiyorlar. Otosansürü ise bütün sanatçıların bilinçdışı bir şekilde uyguladıklarını düşünüyorum.
Siz bu otosansüre direniyorsunuz, Rampa Galeri’deki yeni kişisel serginiz “Işıl Işıl Karanlık”ta bir yanda büyük acılar yaşanmaya devam ederken varlığını sürdürebilen ışıltılı hayata referanslarda bulunuyorsunuz. Sergideki işlerin hikâyesinden bahsedebilir misiniz?
Sergide aşk ve delilik üzerine kurgulanmış, deliliğin karanlığını konu edinen “Hezeyan” adlı bir video yapıtım yer alıyor. Otobiyografik tarzdaki bu çalışmada günümüzde revaçta olan sosyal medyanın ve popüler kültürün ışıltılı görsel dilini kullandım. Bu konu ile alakalı bir başka işim ise “Aynalı Kadın”. Bedenimden kalıp alınarak yapılan bu heykelin hikâyesi çocukluk yıllarıma dayanıyor. Bir yakınımızı ziyaret için gittiğimiz Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde gördüğüm bir imgenin beden bulmuş hali.