“Candan bakıldığında manzara, cam kenarından izlendiği kadar güzel olmayabilir” der Elvan Arpacık. Felsefe mezunu, basında yazı işleri emektarı Arpacık, ilk kitabı “Can Kenarı”nda insan ilişkilerini ve ilişkisizliğini hep başka türden bir canlı, çoğunlukla bir hayvan eşliğinde anlatıyor.
petfoldergaleri1
“Can Kenarı” isminin bir ilham hikâyesi var mı? Sizin için neyi ifade ediyor?
Kitabın adını ilk olarak “Yarısı Gerçek” olarak düşünmüştüm. Bunun nedeni kurmaca ile gerçeklerin iç içe olmasaydı. Yazılanların yarısı yaşanmış, yarısı farklı bir atmosfere taşınmış kurmacalardı. Yayınevi bu adı soyut buldu. Öykülerden birinin de adı olan “Son Kedi Mevsimi”ni belirledik kitap adı olarak ama o sıralar Şebnem Ferah’ın “Can Kırıkları” adlı albümü aklımdan geçip durmaktaydı, ona mı özendim bilmiyorum, “Can Kenarı” olsun dedim. Can, kapsamlı bir sözcük. Can damarı, can suyu vs. Hayvanları canımdan bir parça olarak algılamak da var. Ama daha önemsediğim bir nokta var ki; ayrıntılar… Sıradan bir bakış açısıyla bakıldığında üstü örtülü kalacak ilişkiler, yaşam koşulları, beklentiler, kederler ve sevinçler. Bir olaya camdan bakar gibi bakabilirsiniz seyirlik, televizyonda dizi izler gibi fazla derine inmeden, kıyısından köşesinden, kokup bulaşmadan, başınızı derde sokmadan. Bir de “Ne olursa olsun” der, onu kendinize dert edinir; anlamaya, çözmeye, kendinizce bir şeyleri düzeltmeye kalkışırsınız, çoğu zaman başınız derde girer. Camdan seyirci gibi gözleriniz oyalansın diye bakmakla, candan bakmak arasında bu büyük uçurum vardır.
Tanıdığınız hayvanlardan kapağı kitabınıza atan var mı?
Elbette kitap kahramanlarının çoğunluğu eve ya da iş yerine kapağı atanlar veya sokağın bir köşesine sığınanlar. Gingerboy, Hayko Cepkin bizim sokakta ikamet ediyor ve kayda geçmiş olmayı umursamıyorlar. Kitabın esin perileri, daha doğrusu esin kedileri onlardı.
Edebiyatımızda hayvanların yeri şimdiye kadar ne büyüklükteydi, şimdi değişik yöne bir meyil söz konusu mu sizce?
Çocuk edebiyatında hayvanların yeri büyüktür. Mizahımızda bile öyledir diye düşünürüm. Hoca Nasreddin’i eşeği olmadan düşünemeyiz pek. Yetişkin edebiyatında fazla yer bulmaz ama hayvanları çok iyi işleyen edebiyatçılarımız var. Bilgesu Erenus’u çok severim. “Hikâyemde Hayvan Var” adlı kitabında Necati Güngör hayvanların görmek istemediğimiz acılı hayatlarını anlatır bize, bazı satırlara dayanmanız zordur. Şimdilerde edebiyatta hayvanlara daha çok yer verildiğini hatta doğrudan romanın veya öykünün bir hayvana dayandırıldığını görüyorum.
Müstakbel eserlerinizde hep bir hayvan, bir bitki olacak mı başrollerde?
Arkası gelir mi? Bilmiyorum. Çelişkiler toplumu olduğumuzu ve dört bir yanımızın bu çelişkilerden kaynaklanan öykülerle çevrili olduğunu düşündüğüm zamanlar oluyor. Örneğin, torunu istediği için mahalledeki resim kursuna gidip yağlıboya kedi resmi yapan bir kadının, yan komşusuna hayvan beslediği için diş bilemesi benim kafamda öykü çerçevesi çiziyor. Her zaman başrollerde olurlar mı? Belki, ama “Can Kenarı”nda da her öyküde başrolde değiller. Yan rollerde olmaları onları hayatın dışında bırakmıyor. Görünüşte çok iddiasız ve sıradan bir yaşam süren bu hayvanlar, satır aralarında bir toplum modelinin katmanları arasında dolaşıyor. Kimi zaman güne ayak uyduramayan bir galerinin kapanışına, kimi zaman melankolik bir gezginin ruhuna, kimi zaman insan ilişkilerinin inişli çıkışlı hallerine eşlik ediyor.