“Candan bakıldığında manzara, cam kenarından izlendiği kadar güzel olmayabilir” der Elvan Arpacık. Felsefe mezunu, basında yazı işleri emektarı Arpacık, ilk kitabı “Can Kenarı”nda insan ilişkilerini ve ilişkisizliğini hep başka türden bir canlı, çoğunlukla bir hayvan eşliğinde anlatıyor.

petfoldergaleri

Image 1 of 2

İlk kitap çalışmanızda insanların birbirleriyle ve hayatla ilişkilerini hep bir başka canlının, çoğunlukla bir hayvanın, bazen bir çiçeğin hikâyesiyle birleştirerek incelemiş ve aktarmışsınız. Bütüncül bir hayat kavrayışına sahip olduğunuz sonucuna varabilir miyiz?
Bizim dışımızdaki canlı türlerine karşı faiziyle birikmiş, altından kalkılması olanaksız insani bir borç yükü altında olduğumuzu düşünüyorum. Gezegeni ortak olarak kullandığımız canlılarla eşitiz, birbirimize üstünlüğümüz yok. Hatta çoğu zaman diğer canlıların bizden daha gelişmiş ve olgun varlıklar olduklarını düşünüyorum. Teknolojinin kötü amaçlı kullanımı artıp kapitalizm geliştikçe doğadan uzaklaşan insan, doğanın kendisinin hizmetinde olduğu sanısına kapıldı. Osmanlı’ya büyükelçi olarak atanan ve ilk çevrecilerden kabul edilen George Perkins Marsh, daha 1800’lü yılların başında, “Doğa ve İnsan” adlı kitabında kapitalizmin ortak sağlığı tehdit ve doğayı tahrip ettiğini dile getirdi. Bugün pek çok çevreci düşünürün ortak görüşü, insanın doğa karşısında cahil olmakla yetinmeyip “cahilliğimize hayranlık duyduğumuz” biçiminde özetleniyor. Bu cahilliğin altını siz, günlük pratikte, son Anadolu leoparını öldürmekle, “evde hayvan beslenmez, kirlidir” ya da “sokak kapısının yanında hayvan olmaz, o kadar seviyorsan evine al” tavır ve söylemleriyle doldurabilirsiniz. Thomas Hobbes’un “insan insanın kurdudur” çıkarımını “insan her şeyin kurdudur” diye değiştirsek yeridir. İnsanın zarar vermediği, burnunu sokmadığı hiçbir alan yok, kalmadı. İnsandaki bu üstünlük anlayışı, kendini beğenmiş bakış açısı toplumlara, daha küçük insan toplulukları olan mahalle, sokaklar ve ailelere indirgendiğinde, sağ elinin işaret parmağını sallayarak “her şeyden önce insan, sen hayvanlara bakana kadar git önce bir çocuk okut, çocuk bak” diye konuşan mahalle bilgeciklerini çıkarıyor karşımıza. Değinmeye çalıştığım konular bir araya geldiğinde sanıyorum kast ettiğiniz bütüncüllük ortaya çıkıyor. Hayatın kendisinde var bu bütüncüllük.

İnsan dışı canlılar sizin hayatınızda ve hayat görüşünüzde nasıl bir konuma sahip?
Benim hayatımda hayvanlar, sevilmesi bir yana sorumluluk duyduğum, kendilerine karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemiz gereken canlılar. Evinize bir hayvanı alıp bakıyorsanız, gelip geçerken sokaktakinin başını okşuyorsanız, “evet, hayvan seviyorsunuz” ama iş güç arasında yaralı bir hayvanı alıp hastaneye yetiştirmek için didiniyorsanız, zamanınızdan onlara pay ayırıyorsanız, sevmenin ötesinde sorumluluk duyuyorsunuz demektir. Sorumluluk almadan sevmek, işin kolayına kaçmak oluyor. Şiirlerde, denemelerde öykülerde çeşitli metinlerde hayvanlar, bitkiler dekor olarak çıkar kaşımıza; dökülen yaprakların çağrışımlarıdır bu, kuğu gibi süzülendir, yanardağ gibi patlamadır, kanadı kırık güvercindir… Güvercinin güvercin, salt güvercin olarak ele alınması, yani insanla doğrudan ilişkisi ise başka bir yaklaşım.

Felsefe mezunusunuz. İnsanı her şeyin önünde tutan türcülüğe felsefe diyebilir miyiz? Türcülüğü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aradığı sorulara cevap bulamasa da, bir düşünce sistematiği içinde ortaya çıkıp gelişerek ilerleyen her görüş felsefe olmaya hak kazanır, en azından adaydır diye düşünüyorum. “Başka işin mi yok, bak bir sürü aç insan var, kimsesiz çocuk var, önce git onlarla ilgilen” diyerek sizi aşağılamaya çalışan kişi, bilincinde olmadan türcülük yapmıyor da ne yapıyor? Üstelik muhtaç durumda kalan yurttaşın başvurması gereken bir devleti olduğunu, insanlar yüzünden zor durumda kalan hayvanın başvuracağı bir yetkili olmadığını bilmesine rağmen. “Ya işte kadıncağız ne yapsın, oyalanıyor, o da hayvanlara takmış” diyerek, yani aslında çocuğuyla, yaşlılarla, muhtaçlarla ilgilenmesi daha doğru olurdu ama takıntılı biraz anlamında, durumun, hoş görülmesi gereken bir naiflik ya da arayış duygusunun tatmini olarak değerlendirilmesi türcülük değil midir? Bana kalırsa bal gibi türcülüktür. Hayvanları, insan ticaretini, hadi göçmenleri de ekleyelim, çok zor yol alınacak bir felsefi yaklaşım türcülük. İşin içinde büyük paralar, o paralar üzerine kurulmuş hayatlar dönüyor.