Sevil Dolmacı Istanbul, “American and European Art” sergisiyle çağdaş sanatın önde gelen dünyaca önemli sanatçılarını misafir etmeye hazırlanıyor. 23 Mayıs gününe kadar sanatseverlerin izleyebileceği serginin küratörlüğünü, çağdaş sanat alanında pek çok başvuru kitabına imza atmış, Düsseldorf Akademisi’nden sanat tarihçi Robert Fleck üstleniyor.

Sevil Dolmacı Istanbul, Villa İpranosyan’da, adeta bir müze sergisi niteliğinde gerçekleşecek “European and American Art” ile sanatseverleri buluşturuyor. Robert Fleck’in küratör olarak imza attığı sergide, dünyanın en önemli müzelerinde eserleri bulunan, Georg Baselitz, Katherine Bradford, Cecily Brown, Jiri Georg Dokoupil, Ebru Döşekçi, Katharina Fritsch, Katharina Grosse, Annie Morris, Erwin Wurm ve Ekrem Yalçındağ gibi çok değerli sanatçıların eserleri yer alıyor. 

Küratör Robert Fleck, Hamburg’daki Deichtorhallen Uluslararası Sanat Müzesi’nin eski müze direktörü olup, 2009-2012 yılları arasında Almanya Federal Cumhuriyeti Sanat ve Sergi Salonunun yöneticiliğini de yürütmüş bir isimdir. Tony Cragg’in rektörlük döneminde Düsseldorf Sanat Akademisinde rektör yardımcısı olarak görev almış ve şu anda Düsseldorf Sanat Akademisi’nde sanat ve kamu alanında profesörlük yapmaya devam etmektedir. Fleck; Yves Klein, Anselm Kiefer, Pierre Soulages, Julian Schnabel, Eva & Adele, Katharina Fritsch, George Baselitz, Erwin Wurm ve Heinz Mack gibi sanatçıların kitaplarını yazmıştır. Pierre Soulages, Katharina Fritsch, Heinz Mack’in katalog yapılandırmalarını yapmış ve söz konusu sanatçıların vakıf yönetimlerinde hala yer almaktadır.

Avrupa ve Amerikan Sanatının Dev İsimleri Aynı Çatı Altında…

20. yüzyılın en etkili sanatçılarından biri olarak kabul edilen, 1938 doğumlu Alman sanatçı, Georg Baselitz, çağdaş sanatın en ikonik figürlerinden biridir. Geçtiğimiz aylarda Sabancı Müzesi’nde kapsamlı bir sergisi olan Baselitz, 1960’larda geliştirdiği “baş aşağı” resim tekniğiyle tanınarak, izleyicilerin resimlere farklı açılardan bakmalarını teşvik etmiştir. Eserlerinde sıkça toplumsal ve politik temalara yer veren Baselitz, Postmodernizm akımının etkisiyle geleneksel sanat kalıplarını sorgular. Yıllar içinde, sanatıyla Alman kimliğinin derinliklerine inmiş ve önemli uluslararası sergilerde yer alarak çağdaş sanat literatüründe kendisine sağlam bir yer edinmiştir. Günümüzde Baselitz’in eserleri, Museum of Modern Art (MoMA), Guggenheim Müzesi, Albertina Müzesi, Metropolitan Museum of Art, Tate, The Broad Müzesi, National Gallery of Art gibi dünyanın en prestijli müze koleksiyonlarında yer alır.

Amerikalı sanatçı Katherine Bradford’un, çalışmalarında kullandığı canlı renkler ve soyut formlar, insan deneyimlerinin duygusal boyutlarını keşfetmesine olanak tanıyan bir atmosfer oluşturur. 1942 doğumlu sanatçı denizdeki kayıklar gibi imgelerle, izolasyon ve topluluk temalarını ele alır. Bradford, çağdaş sanatta kadın sanatçıların öne çıkmasına yönelik çabaların parçası olmuş; eserleriyle yankı uyandırmıştır. Eserleri Whitney Museum of American Art ve Solomon R. Guggenheim Müzesi gibi müzelerde sergilenmiştir. Bradford, MoMA PS1, Campoli Presti (Londra ve Paris), Fort Worth Modern Sanat Müzesi, Brooklyn Müzesi, Crystal Bridges Müzesi ve Tomio Koyama (Tokyo) gibi uluslararası müzelerde sergiler gerçekleştirmiştir. John Simon Guggenheim, Joan Mitchell ve Pollock-Krasner vakıfları ile American Academy of Arts and Letters’tan ödüller almıştır. Eserleri, Metropolitan Sanat Müzesi, Brooklyn Müzesi, Dallas Sanat Müzesi, Boston Çağdaş Sanat Enstitüsü ve Menil Koleksiyonlarında bulunur.

1969 yılında Londra’da doğan Cecily Brown, Slade Sanat Okulu’nda eğitim almıştır. Cinsellik, kimlik ve toplumsal normlarla ilgili temaları işler. Büyük ölçekli tuvallerinde, tutkulu fırça darbeleri, yoğun dokular ve renk paletleri ile çağdaş sanatın cinsellik ve kadın kimliği konusundaki karmaşık ilişkisini irdeler. Willem de Kooning ve Joan Mitchell gibi erken dönem Soyut Dışavurumcuların eserlerinden etkilenmiştir. Yeni Britanyalı Sanatçı hareketinden uzaklaşarak 1994 yılında New York’a taşınan Brown, burada resimleri ile hızla dikkat çekmiştir. 2000 yılında New Yorker dergisinde bir fotoğraf sayfasında yer almış ve aynı yıl içinde The New York Times, Brown’u Sue Williams ve Lisa Yuskavage gibi önde gelen çağdaş kadın sanatçılarının bulunduğu akımın parçası olarak tanımlamıştır. Eserleri Metropolitan Museum of Art, Rubell Müzesi, The Broad Müzesi, Tate, Solomon R. Guggenheim Müzesi ve Museum für Moderne Kunst gibi prestijli müze koleksiyonlarında yer almaktadır.

Neo-avangard akımının dönüm noktalarından birini temsil eden, 1954’te Çek Cumhuriyeti’nde dünyaya gelen Jiri Georg Dokoupil, 70’lerin sonlarında oluşmaya başlayan Alman Junge Wilde hareketinin bir parçası olarak kavramsal ve radikal bir resim anlayışı geliştirmiştir. 1980’lerde geliştirdiği “Fırça Yöntemi” ile yaptığı eserler, geleneksel boyama tekniklerini altüst eder. Yenilikçi teknikleriyle geleneksel sanatın kurallarını sorgulayan sanatçının eserleri Avrupa’nın ve dünyanın önde gelen müzelerinde sergilenmiştir. Eserleri, Musée national d’Art moderne Centre Pompidou; Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia, Kunsthaus Zurich, Kore Ulusal Çağdaş Sanat Müzesi, Horsens Kunstmuseum, Hammer Museum gibi dünya çapında önde gelen müze koleksiyonundabulunmaktadır.

İstanbul ve Londra’da yaşayan, uluslararası alanda faaliyet gösteren kadın sanatçılarımızdan Ebru Döşekçi, üç boyutlu güçlü geometrik formlar aracılığıyla kişisel olanı aktarmak ve sorgulatmak için kullanır. 1972 yılı Ankara doğumlu Döşekçi’nin, başlangıçta parlak ve dişil formlardan oluşan tarzı, zamanla daha eril tasarımlara dönüşmüştür. Atölyesini, deney yapma ve yeni fikirler keşfetme özgürlüğü bulduğu kutsal bir alan olarak görmekte ve bu alandaki yaratımlarını da duygusal iletişimin aracıları olarak tanımlamaktadır.

Sanattaki nesne algısını ve toplumsal cinsiyet temalarını sorgulayan eserler üreten Alman sanatçı Katharina Fritsch(1956), heykel ve enstalasyonları ile tanınır. 2022 yılında düzenlenen 59. Venedik Bienali’nde (The Milk of Dreams) Yaşam Boyu Başarı için Altın Aslan ödülüne layık görülen Fritsch, günlük objeleri ve figürleri kullanarak, eserlerinde alışıldık olanı sorgulayan güçlü semboller yaratır. Çalışmalarında toplumsal cinsiyet ve kimlik temalarını işleyen Fritsch, gizemli ve çarpıcı kalıpları ile nesnelerin ötesinde anlamlar oluşturur. Sanattaki nesne algısını ve toplumsal cinsiyet temalarını sorgulayan eserler üretir. Kendine has üslubu ve yenilikçi tasarımlarıyla sanat dünyasında önemli bir figür haline gelmiştir. Fritsch, 1995 yılında Venedik Bienali’nde Almanya’yı temsil etmiştir. 2013 yılında, 4,5 metre boyundaki Hahn/Cock heykeli, Londra’daki Trafalgar Meydanı’nda sergilenmiştir. Büyük ölçekli monokromatik heykelleri aracılığıyla gerçeklik ve fantaziyi sorgulayan sürreal görüntüler yaratmaktadır. 1995 Venedik Bienali’nde Almanya’yı temsil eder, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki birçok müzede kişisel sergiler açar. Bu müzeler arasında Kunstmuseum Basel, San Francisco Modern Sanat Müzesi, Chicago Sanat Enstitüsü, Londra’daki Tate Modern ve Düsseldorf’taki K21 bulunmaktadır. Kunsthaus Zürich ve Deichtorhallen Hamburg’da retrospektif sergileri olmuştur. Fritsch ayrıca Sydney Bienali (1988), 46. Venedik Bienali (1995), 48. Venedik Bienali (1999), Gwangju Bienali (2010), 54. Venedik Bienali (2011) ve 59. Venedik Bienali’ne (2022) katılmıştır.

Günümüzün en önemli ressamlarından biri olan Katharina Grosse, 1961 yılında Freiburg, Almanya’da doğmuştur. Büyük boyutlu ve son derece güçlü tabloları, ön plan ve arka plan arasındaki geleneksel ilişkileri, yüzey ve zemin arasındaki sınırları, tuvalin alanı ile resmin kenarları arasındaki sınırları altüst ederek, sanat eserinin içinde ve dışında yeni hayal gücü dünyaları açar. Resmin performatif özellikler kazandığı açık uçlu yaratıcı bir süreç aracılığıyla, Grosse, uzun zamandır resim tarihini tanımlayan temel taşlarına meydan okur. 1990’ların sonlarından beri Grosse, geleneksel resim anlayışlarını yeniden tanımlayan ve altüst eden bir sprey tekniği kullanmaktadır.Performansları sırasında vizyonu fiziksel dünyaya yayılır; duvarlar, zeminler, tavanlar, gündelik objeler ve heykelsi yapılar üzerine akar. Soyut sanat ve performans sanatını birleştirdiği büyük ölçekli resimleri, izleyicilere yalnızca dışarıdan bakan bir seyirci olmanın ötesine geçen bir deneyim yaratmayı hedefler. En son tuvallerinde, canlı renkli dairesel çizgileri neredeyse üç boyutlu bir şekilde beyaz zemin üzerinde süzülmektedir. Renkler, gevşek iplik parçaları gibi birbirine karışırken, resimler, Grosse’un yoğun ve hızlı düşünceleri ile en küçük yüzeyde mümkün olan en büyük eylemi kaydetmeyi hedefler. Soyut sanat ve performans sanatının önde gelen temsilcilerindendir. “Resim süreci, düşünme ve eylemin tuhaf bir tesadüfüdür. Agresyon, kaybolması gerekenleri kaybetme arzusunu taşımanıza olanak veren enerjidir. Bu süreçte besleyici ve sürdürücüdür.” demiştir. Grosse, çağdaş sanatın sınırlarını zorlayarak önemli yenilikçi projelere imza atmıştır. Eserleri Metropolitan Museum of Art, Albertina Müzesi, Musée national d’Art moderne Centre Pompidou gibi müzelerde bulunmaktadır.

Annie Morris, renkli ve ilgi çekici formlarıyla dikkat çeker. Eserlerinde kendi kişisel deneyimlerini evrensel hikayelere dönüştürür. 1978 İngiltere doğumlu Morris, sanatında sıklıkla doğum ve kırılganlık gibi temaları ele alır. En çok tanınan “Stack” serisi, renkli topların dikey ipler halinde üst üste yerleştirildiği heykellerdir. Bu seriye yaşadığı bir düşük sonrası yas sürecinde başlamıştır. Kaidelerinin üzerinde havada süzülen, devrilmek üzereymiş gibi görünen toplar hem yaşamın mucizesine hem de yaşamın kırılganlığına bir atıfta bulunmaktadır. Eserleri, soyut dışavurumculuğun getirdiği heyecanı barındırmak ile toplumsal konuları ustaca işler. Antoni Tàpies’ten etkilenen Morris, benzersiz bir tarz geliştirmiştir. Central Saint Martin’s, Paris’teki École nationale supérieure des Beaux-Arts, Slade Sanat Okulu ve Camberwell College of Arts’ta eğitim almıştır. Eserleri, Kraliyet Akademisi, New Art Gallery Walsall ve Tate gibi önemli mekanlarda sergilenmiştir.

Erwin Wurm, 1954 yılında Avusturya’nın Bregenz şehrinde doğmuştur. Wurm, genellikle sıradan objeleri kullanarak izleyicilerin aktif katılımını teşvik eden eserler üretir. En bilinen çalışma serilerinden biri olan “One Minute Sculptures”, izleyicilerin belirli bir süre boyunca öngörülen pozisyonda durmasını ya da belirli nesneleri kullanarak yaratıcı bir şekilde poz vermesini gerektirir. Bu eserler, izleyicinin katılımını zorunlu kılarak, sanatın tanımı konusunda sorgulayıcı bir etki yaratır. Mizahın insanları dikkatini çekmenin temel bir yolu olduğunu düşünür. Statü sembolü olarak değerlendirilen otomobil modellerini kasıtlı olarak çarpıttığı Fat Car serisinde Erwin Wurm, birçok uluslararası bienalde ve sergide yer almış; eserleri dünya çapında önemli müzelerde sergilenmiştir. Wurm, 2011’de Palazzo Cavalli-Franchetti’de Narrow House adlı enstalasyonu ve 2017’de Avusturya’yı temsiliyeti ile Venedik Bienali’ne iki kez katılmıştır. Son dönemdeki kişisel müze sergileri arasında Taipei Güzel Sanatlar Müzesi (2020); Musée Cantini, Marsilya (2019); K11 MUSEA, Hong Kong (2019); Vancouver Sanat Galerisi (2019); Albertina Müzesi, Viyana (2018); 21er Haus, Belvedere, Viyana (2017); Leopold Müzesi, Viyana (2017); Centro Cultural Banco do Brasil, São Paulo (2017) ve Berlinische Galerie, Berlin (2016) bulunmaktadır.

Ekrem Yalçındağ’ın eserleri, İstanbul Modern, Münih’teki Sammlung Goetz, EPO Sanat Koleksiyonu, Düsseldorf’taki Arthena Vakfı, Stuttgart’taki Kunstmuseum ve Zürih’teki Museum Haus Konstruktiv gibi uluslararası ünlü modern sanat koleksiyonlarında yer almaktadır. 1964 Adıyaman doğumlu Yalçındağ, sanat eğitimine İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde (1990-1993) başlamış, ardından 1994-1999 yılları arasında Frankfurt’taki Städelschule’de Hermann Nitsch ve Thomas Bayrle’in rehberliğinde öğrenim görmüştür. Sanatında impasto boyama tekniğiyle çizim yapmaya başlayan Yalçındağ, 1994/95’te ilk çiçek motiflerini geliştirmiştir. Frankfurter Palmengarten’deki çalışmalarında, resimleri için karakteristik soyut çiçek formlarını bulmuştur. 1997 yılında ilk Tondo ve Kamuflaj eserlerini oluşturmuştur. 2015’te daha fazla monokromatik eserler üretmiş ve Matisse’in silüetlerinden ilham alarak çiçek motiflerini çerçevelemek için kullandığı gümüş renginden vazgeçmiştir. En son eserlerinde, doğayı temsil eden formlar ile teknik repertuarını genişleterek büyük boyutlarda zarif yağlı boya tekniğini ahşap ve serigrafi ile birleştirmiştir.

Fleck’e göre; “European and American Art”, modernizmin sona ermesinden bu yana sanatta belirleyici ağırlığı olan bir akımın olmadığını, ancak çok iyi sanatın var olduğunu gösteriyor. Sergi aynı zamanda çeşitli nedenlerle büyük uluslararası sergilere ve fuarlara çok fazla seyahat edemeyen sanat izleyicisi için de bilgilendirici ve eğitici bir misyon taşıyor.