17 Şubat – 1 Mart tarihleri arasında. !f İstanbul kapsamında Salt Beyoğlu’nda sergilenecek video enstalasyonu öncesinde Çiçek Kahraman’la bir araya geldik ve mahallede neler döndüğünü konuştuk.
komsu-komsu-g1
Evet, ama bir saatini maalesef.
Hangi saati izledin?
Akşam üzeri 4’le 5 arasını…
Her saatin bir olayı var. Mesela 4 ve 5 insanların işten çıkmaya hazırlandığı, diğerlerinin de akşamüzeri içkilerini içtiği...
Okul sahneleri vardı bir de yanlış hatırlamıyorsam?
Evet. The Clock bana da ilham verdi birçok anlamda. Video sanatı deyince bunu da kurguyla ilişkilendirdiğiniz zaman ilk akla gelen The Clock oluyor. Çok etkileyici. Diyecek başka bir şeyim yok yani. İlham verici…
Peki, filmlerin kurgusundan bahsedecek olursak elinizde bir sürü bölük pörçük şeyler var ve onları siz bir araya getiriyorsunuz. Sette sanki onca insanın çalışması hiçbir şey, yönetmen ve siz odaya girdiğiniz anda olay ikinizde bitiyor.
Tam öyle değil. Sette onca insan eğer doğru çalışmazsa iş bizde bitemiyor. Bize gelene kadar ne yapıldığı önemli. Çünkü kurgu bir noktada sette aksayan sorunların düzeltildiği yer olursa işin içinden çıkamazsınız. Kurguya ne kadar iyi malzeme gelirse, biz de o kadar yaratıcı olabiliyoruz.
Bir açıdan hikâye de anlatıyorsunuz…
Evet, anlatıcı gibiyim. Meslek hayatım boyunca kurguladığım filmler vardı ve benim kurgucu kimliğim gelişti ama burada ilk defa kendim bir şey yapıyorum. Başkasının değil, kendi fikrimi hayatıma geçiriyorum.
Bunu da sormak istiyordum. Çekilen görüntüleri bir araya getirip kontekst bağlamında bir şeyler anlatmakla sıfırdan bir şey anlatmanın farkı var mı?
Çektiğim bir şeyle buluntu bir görüntüyü kurgulamak arasında benim için fark yok. Çünkü benim ürettiğim şey çektiğim değil, kurguladığım şey oluyor. Bu yüzden buluntu görüntüyle çalışmayı ben çok seviyorum.
Tamamen sıfırdan bir şey anlatmak ister misiniz?
Aslında değil çünkü ben iyi bir sinema yazarı değilim hatta zorlanırım. Kendimi mutsuz etmek istemiyorum. Kurguyu ve görüntülerle çalışmayı çok seviyorum. Kurgu odasını gördüğümde kendimden geçtiğimi hatırlıyorum.
Çok ilginç bir alan aslında, dediğiniz gibi buluntu görüntüleri bir araya getirmek. Benim gözümde büyülü, sihirli bir dünyaymış gibi geliyor yaptığınız şey.
Bu dediğine denk düşen his, bende İstanbul Film Festivali’nde “Decasia” filmini seyrettiğimde oldu. Bill Morrison adlı Amerikalı bir yönetmen arşivlerden tozlanmış fakat bozulmuş filmleri bulmuş ve bunlarla adı üstünde çürük, bozuk şeyleri “Decasia” adıyla kurgulamış, üstüne de müzik yaptırmış. Biraz video işi gibiydi. Sinemada değil, galeride de gösterilebilir. Ama yönetmen bunu film olarak tanımlamak istedi. Aslında içimdeki tutkunun ne kadar güçlü olduğunu ben o zaman fark ettim. Türkiye’de de bu işi çok yapan var. Zeynep Pekünlü’yü biliyorsunuzdur. Hatta şimdi !F kapsamında buluntu görüntü atölyesi yapacak. Merakla bekliyorum.