Erinç Seymen, İstanbul Modern’deki görsel ve işitsel sanatlar arasındaki bağların izlerini süren sergi “Çok Sesli”de üç farklı performans kaydından oluşan video çalışmasıyla yer alıyor.
Sanatçı ile milliyetçiliğe eleştirel bir yönden yaklaşan çalışması “Bir Şiir İçin Performans” üçlemesi, müzik zevki ve İstanbul’un sanat ortamına dair konuştuk.
2
İzleyicinin seyretmekte bile zorluk çektiği bu etkileyici performansları sergilerken siz neler hissettiniz?
Çok az izleyicinin performansların sonuna kadar sabredebildiğinin farkındayız elbette, bu bilgi bize üç performanstan sonra da ulaşmıştı. Ama son:Da ile yaptığımız üç performansın videolarını baştan sona izlediğimde, bugüne kadar ürettiğim her şey içinde izlenmesi en zor yapıtlar olduğunu yeni fark ettim. Bu zorluk, videoların uzunluğundan ziyade (üç video toplam 45 dakika kadar sürüyor), sesin ve imgenin zorlayıcı etkisi ile performanslardaki duygusal şiddetin sonucu sanırım. Fakat ben bu sonuçtan memnunum. Okullarda dinlediğimiz hamaset (kahramanlık) yüklü şiirlerin ya da kimi siyasi propaganda kayıtlarının bana hissettirdiği şey tam da bu.
Videolarda üç farklı şiir okuyorsunuz. “Türkiye’yi alacağız...” şarkısını yazan İtalyan şairlerine karşı yazılmış bir şiir, bayrağımıza ithafen yazılmış bir başka şiir ve yurdumuzun askerlerine hitaben yazılmış bir şiir daha. Hepsi milliyetçilik duygularıyla yanıp tutuşuyor. Bu duyguları günümüz siyasetiyle ne yönlerden bağdaştırdığınızı öğrenebilir miyiz?
Öncelikle milliyetçiliğin en önemli damarlarından militarizmin henüz tavsamadığını (gücünü kaybetmediğini) düşünüyorum. Mesela Kürt sorununa dair kısmi ve bence hâlâ son derece sembolik bazı adımlar atıldı, bu adımların devamını -tabii eğer somut bir devamlılık sağlanırsa- mercek altında incelemeye devam etmek gerekiyor. Kürt sorununa dair Türkiye toplumunda ufak tefek de olsa olumlu bazı gelişmeler var ancak geniş ölçekte mesele hâlâ bir “güvenlik sorunu” olarak ele alınıyor. Bu da, militarist kültürün sapasağlam ayakta durduğuna işaret ediyor. Ulusalcılık gerçekten geriledi mi, yoksa ulus-devlet ideolojisi dini kimliğin baskın çıktığı yeni bir Türk-İslam sentezi çatısı altında yavaş yavaş yeniden mi üretiliyor? Bu da yine uzun vadede yanıtlanması gereken hayati sorulardan biri. Nüfusça çok daha küçük etnik/dini azınlıklara yönelik (tabii Türkiye’nin belki de en büyük azınlığı sayılabilecek Aleviler de dâhil olmak üzere) ayrımcılık hâlâ yerli yerinde duruyor. Demokratik taleplerin önündeki en büyük engellerden biri hâlâ milliyetçilik.
Görsel sanatlarda müzik ve ses ilişkisi üzerinde duran “Çok Sesli”de yer alan videolarınızda sesler ve görüntüler tam olarak belli olmuyor. Hatta sesler hiç anlaşılmıyor. Bunun arkasında yatan amaç nedir?
Milliyetçi şiirlerin temel işlevinin, tıpkı mitinglerde ve black metal konserlerinde olduğu gibi, bir ortak coşku, kolektif kendinden geçiş yaratmak olduğunu düşünüyorum. Bu şiirlerin büyük çoğunluğu, kişinin oturup sakince, “içinden” okuyacağı türde metinler değiller, sanki haykırılmak, haykırılırken de hem okuyanı hem de dinleyenleri sarhoş etmek için yazılmışlar gibi gelir bana. Şiire belli anahtar sözcükleri ve “milli hassasiyetler”i kaşıyacak imgeleri serpiştirirsiniz, metin lavlar saçarak patlar, şiiri kelime kelime takip edemezsiniz. Biz de şöyle düşündük: Eğer amaç kitlesel kızışma ise ve şiir, hemen birkaç mısra içinde zirveye ulaşmaya çalışıyorsa, biz de içeriği görsel-işitsel saldırganlıkla geriletelim, şiiri içeriğinden yani kabuğundan soyalım ve zehir gibi bir nektar (Yunan mitolojisinde, içenleri ölümsüzlüğe kavuşturan tanrı içkisi) verelim. Bu noktada altını çizmek isterim ki, lise yıllarımdan beri hayranlıkla dinlediğim ve şiirle müzik arasında muazzam bağlar kuran Diamanda Galas performanslar için en önemli ilham kaynaklarımdan biridir.