BARIS
“ENGEL BİZİZ, ENGEL TOPLUM”
“Billy”i oynamadan önce bir hazırlık dönemi yaşamışsınızdır. Nasıl hazırlandınız? O dönemden geriye hangi duygular ve düşünceler kaldı?
Bence sağırların kendi içlerinde ciddi bir toplulukları var ve o topluluk içinde çok da mutlular. Sadece yaşamla ilgili sorun var. Engelli kavramı geniş bir kavram. Onlar da “işitme engelli” tanımından hoşlanmıyor. Kendilerine “sağır” denmesini istiyorlar. Körlerin de “kör” denmesini istediği gibi. Kendi durumlarının direkt kabul edilmesini istiyorlar. Bu kabulün hayatlarını kolaylaştıracağını biliyorlar.
Oyun sürecinde sağırlarla çok vakit geçirdim, ciddi arkadaşlıklar kurdum. Onların güzel bir hayatları var. Biz hayatı tırnak içinde “normal” diye kabul ettiğimiz insanlara göre tasarlıyoruz. Eğitimi, sağlığı, sosyal hayatı buna göre biçimlendiriyoruz. Türkiye’de her 10 kişiden ikisi engelli. Peki, nerede bu insanlar? Evlerindeler. Hayata karışamıyorlar. Biz yaşamı tasarlarken kendimize benzemeyen herkesi unutuyoruz. Bu sistemin çarkına takılıyorlar. Örneğin biz tüm oyunu üst yazılı yapacaktık ancak çoğu sağır, okuma yazma bilmiyor maalesef. Birey olarak empati yapmak mümkün. Biz toplum olarak bunu yapamıyoruz. Örneğin Paris’te her kafede işaret dili bilen bir garson çalıştırma zorunluluğu var. Yüzde 100 kör olanlar için özel menü var. Bireysel olarak en azından işaret dilinin alfabesini öğrensek bu bile yeterli aslında.

“Billy” karakteri de hiç duymuyor değil mi?
Evet duymuyor. İşitme cihazı kullanıyor. Ben de süreçte öğrendim ki işitme cihazı, doğuştan sağır olan insanların duyması için değil, sesleri filtre etmek içinmiş. Doğuştan sağır olan insanlar korkunç baş ağrıları yaşayabiliyor. Dışarıdan gelen müzik sesi onları çok rahatsız ediyor. Müziği basınç olarak algıladıklarından böyle seslere tahammül edemiyorlar. İşitme cihazı Billy’nin biraz konuşabilmesini sağlıyor. Tüm bunlara rağmen babası, Billy’yi normal kabul ediyor. Hatta bir replik var babası orada, “Billy sağır değil ki, normal insanların arasında büyütüldü. Bu saçmalıklardan arındırıldı. Senin benim gibi bir insan” diyor. Oyundaki baba sistemin karşılığı aslında. Sistem engellileri yok sayıyor ve tek tip insan istiyor ne yazık ki. Ben bu süreçte bir kızla tanıştım annesi, babası sağırdı. Düşünün, ömrü annesiyle babasının dili olarak, onlar için konuşarak geçmiş. Yedi yaşındayken annesini kadın doğum uzmanına götürüp, onun derdini anlatmış. Bir de böyle hayatlar var.

Bu oyun sayesinde işaret dilinde iyi bir durumda mısınız?
Aslında işaret dilindeki seviyemi, “orta üst derecede İngilizce konuşmak gibi” diye anlatabilirim. Yüzde 100 hâkimim diyemem. Biliyorum, öğrendim ama çok kolay unutuluyor. Pratik yapmak lazım.

Tek kişilik performans içeren oyunlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Tiyatro kolektif bir iş… Oysa dünyada ve Türkiye’de bazı insanlar var, kendi yazıyor, kendi yönetiyor, kendi oynuyor. Ömrü böyle geçiyor. O insanlar için bir süre sonra kariyerlerinde sürekli aynı şeyleri yaptıkları ve sundukları hissi uyanıyor bende. Ben, tiyatroyu tek başına yapmaya karşıyım. Dünyanın en iyi oyuncusu kendisini yönetemez. Birileriyle birlikte yapılan, birbirine dokunarak yürüyen bir iş tiyatro. Tabii ki olağanüstü tek kişilik performanslar izliyoruz. Kastım tek kişilik oyunlar değil. Hatta ben de tek kişilik bir oyun oynamayı düşünüyorum ama 35 yıl boyunca tek başına tiyatro yapmakla ilgili bir derdim var. Çünkü drama tek gözün gördüğü bir şey değil.

İstanbul’un üretiminize katkısı var mı?
Ben doğma büyüme İstanbullu’yum. İstanbul beni çok yoruyor. Aslında sanat, bir sürü kaynakla var oluyor. Bir sürü sebeple var oluyor. Yüzde 100 kaos ise çok daha güçlü bir şey olabilir yaratımı desteklemek adına. Ama ben mekânlarla ilişki kurmam. İnsanlardan besleniyorum daha çok.

 

“ARTIK ‘OYUNCULUK BÖYLE YAPILIR’ DEMEM”
“Birkaç yıl önce “Böyle oyunculuk yapılır, böyle olur” diyordum. Çok agresiftim. Prova süreçlerim korkunç geçerdi. Depresyona giriyordum. Craft’ta “Uğrak Yeri” diye bir oyun çalıştım. İpek Bilgin’le oynadığımız iki kişilik bir oyundu. Bugüne kadar karşıma çıkan en iyi rollerden biriydi. Hayatımda bir daha da öyle bir rol oynayamayacağım muhtemelen. Artık daha sakinim ve “Oyunculuk böyle yapılır” demem. Tabii ki, kendimce bir rol görünce nerden yürüyeceğimi tartıyorum. Oyunculuğun öğrencilik kısmı bitmiyor. Buna ikna olmak ve karşına geçen herkesle yeni bir oyuna başlarken, öğrenme faslını kabullenmek gerekiyor. Artık rolleri askıya asıp yoluma devam etmeyi öğrendim. Bu da oyuncu olarak olgunlaştığını gösteriyor.

1 2