Bazen zor günler, olaylar nasıl hissetmemiz ve davranmamız gerektiğini anlamamız konusunda bize yardımcı olabilir.
3
Gezi direnişinin ikinci günüydü. Bir arkadaşımla Chris Chavez (kendisi yoga partnerim olur) parka gidip yoga yapmak gibi bir fikir ortaya çıktı. Tabii polisle göstericiler arasındaki çatışmaların en üst safhada olduğu günlerden bahsediyorum. Hani havaya ağır bir biber gazı kokusunun hâkim olduğu, alçaktan uçan polis helikopterlerinin meydanı ve parkı inlettiği ve de insanların oradan oraya dehşet içinde koşuşturduğu günler... Ertesi gün olaylar artık geceye de yayılmıştı ve Chris bir anda bana “Haydi yapalım artık şu işi” dedi. Parka gidip matımızı serdik ve yoga yapmaya başladığımız anda yanı başımızda bize katılmak için gelen bir sürü insan olduğunu fark ettik. Katılım beklentilerimizin çok üzerindeydi. Laf ağızdan ağıza yayılmış ve kendimi müthiş bir kalabalıkla beraber Chris’in kolay ve narin yoga figürlerini takip ederken bulmuştum. Herkes ama herkes davetliydi. Katılmak için hiçbir kriter aranmıyordu. İnsanlar bizimle beraber uzanıp kollarını açarak derin nefes alıyor, ağaçları selamladıktan sonra kollarını kapatıp aldıkları nefesi yavaşça vererek hareketlerini tamamlıyordu. Herkes bu basit nefes ve hareket birliği sayesinde kendisini müthiş hissetmeye başlamıştı. Hem izleyenler hem de yogacılar durumdan büyük bir keyif alıyordu. Her şey bittiğinde insanlar bize bir daha ne zaman bir araya gelebileceğimizi sorup olumlu eleştirilerini sıralamaya başladı. Chris ve ben, bir sonraki buluşmayı Facebook’tan duyurmaya karar verdik ve işte o anda olay bizim kontrolümüzden çıkıp bir anda tüm ülkeye hatta ve hatta dünyaya yayılıverdi. Time dergisinin bile dikkatini çekmiştik. Tüm katılanlar müthişti fakat “tonton amca” kıvamında yaşlı bir adam dikkatimi çekti. Kendisi mahalledeki tüm seanslara eksiksiz ve ayakkabıları ayağında katıldıktan sonra bana gelip aynen su sözleri sarf etti: “Bu muhteşem bir şey yahu. Sürekli yapmak istiyorum ama nasıl olacak?”