Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

1979 yılının Kadınlar Günü’nde Adana’da doğdum. Lise öğrenimimi tamamlayana kadar bu şehirde yaşadım .1993’te amatör olarak adım attığım tiyatro sahnesini yaşamımın birçası olarak kabul edip oyunculuk eğitimi almaya karar verdim. 1995’te Müjdat Gezen Sanat Merkezi Konsertavuarı Tiyatro Bölümü sınavlarını kazanarak hocam Müjdat Gezen ‘in “Barış zaten buradaydı, biz binayı üzerine kurduk’’ esprisine neden olacak uzun soluklu okul hayatımın sonunda, 2001 yılında mezun oldum. Bugüne kadar 30’un üzerinde televizyon dizisinde, sinema filminde ve tiyatro oyununda yer aldım.

Oyunculuğa nasıl adım attınız? Bu mesleği seçmenizde ne etkili oldu?

Annemin belediyedeki görevi nedeniyle sık sık oyun davetiyeleri alırdık ve ben, çoğu hafta sonunu bir tiyatro oyunu izleyerek geçirirdim. Aynı dönem abim amatör olarak tiyatro çalışmalarına katılırdı, evde hepimizi toplar rolünü bize oynardı. Sanırım bu iki olayın birleşmesi “Ben de oyuncu olacağım!” dememde etkili olmuştur.

Hayatınızdaki en büyük ilham kaynaklarından biri kim veya nedir?

İlham kelimesi, benim için kişilerden bağımsız olarak ilahi olanla bağlantı kurmak anlamına geliyor.  Yaşamla, canla, doğayla, yaratıcı ve yaratılışla bütünleştiğimi hissettiğim her an bana ilham veriyor. 

Kendi hayatınızda dönüm noktası olarak gördüğünüz bir anı bizimle paylaşabilir misiniz?

Adana’da geçirdiğim çocukluk dönemimde futbola merak sarmıştım. O zamanlarda en büyük hayalim iyi bir futbolcu olmaktı. 9 yaşında Adana Demirspor altyapısında futbola başladım. Bir yandan antrenmanlara devam ederken, diğer yandan izlediğim oyunlar ve abimin etkisiyle sahneye olan ilgim de giderek artıyordu.

Bir gün annemle katılacağımız bir gezinin otobüsünü sadece bir dakika farkla kaçırdık. Otobüsün kalktığı yerde, dikkatimi çeken bir ilan gördüm: “Tiyatro kursiyerleri aranıyor!” O an anneme “Ben bu kursa gitmek istiyorum.” dedim. Bence hayatımın mesleki anlamda dönüm noktası o dur. Otobüse zamanında yetişseydik ve ben o ilanı görmeseydim, belki futbola devam edecektim ve şu an eski futbolcu Barış Hayta olarak bu röportajı yapıyor olacaktık 🙂

Oyunculuk ve yapımcılığın dışında Barış Hayta’yı motive eden, heyecanlandıran şeyler nelerdir?

“Sahnede olmak” diyebilirim sadece. Konservatuvar yıllarında içimdeki müzik yeteneğini fark ettim ve 2007 yılında kendi bestelerimden oluşan Meselaalbümüyle bu yönümü profesyonel bir mecraya taşıdım. Ardından, 2022’de Gel Hadi Gel ve 2023’te Sevdan isimli teklilerimi yayımladım.

İnsanlar beni çoğunlukla oyuncu kimliğimle tanıdıkları için müzikle ilgilendiğimi sonradan öğrenince genellikle şaşırıyorlar. Bu durum, sık sık “Oyunculuk mu, müzik mi?” sorusuyla karşılaşmama da neden oluyor. Bu soruya ise cevabım hep aynı: Şarkı da söyleyen oyuncuyum oluyor.

Gerek oyunculuk gerek müzik yoluyla sahnede olmak ve kamera karşısına geçmek, dünyada sevdiği işi yapan şanslı azınlıktan biri olduğumu bilmek, benim en büyük motivasyon kaynağım.

Tiyatro ve dizi/film oyunculuğu arasında sizi en çok zorlayan veya heyecanlandıran farklar neler?

Teknik farklılıkları olsa da ben tiyatro oyunlcuğu kamera oyunculuğu diyerek yapılan bir ayrımı doğru bulmayanlardanım. Tiyatro sahnesinin de kamera önünün de kendine has, farklı tatları var. Ancak benim için tiyatro, bir duygunun başladığı ve aktığı, hata yapıldığında “hadi baştan alalım” şansı olmayan, gösterdiğiniz performansın karşılığını anında alabildiğiniz bir alan olduğu için her zaman bir adım önde geliyor.

Biraz da Nazım Hikmet’in oğlu Mehmet’in hikayesini canlandırdığınız oyununuza odaklanmak istiyoruz. “Babam Dünyanın En Büyük Şairi” gibi duygusal ve tarihsel bir hikâyede, Nazım Hikmet gibi bir figürün oğlu Mehmet’in hikayesiyle sahnede olmak, size neler hissettirdi?

Sahneye adım attığım günden bugüne tam 32 yıl geçmiş. Babam Dünyanın En Büyük Şairi, meslek yaşantımda ilk tek kişilik performansım. Bundan dolayı oldukça heyecanlı bir prova süreci yaşadım. Sevgili eşim Ravi Esra Can‘dan çıkmış bir fikir aslında bu oyun. “Mehmet’in hikayesini yapalım” dediğinde beni en çok etkileyen nokta, hikâyenin baba özlemi üzerine kurulacak olmasıydı.

Hepimizin, benim de dahil, baba figürüyle ilgili mutlaka küçük de olsa bir yarası vardır. Ancak söz konusu dünya şairi Nazım Hikmet’in oğlu Mehmet olunca, omzuma başka türlü bir heyecan ve sorumluluk bindi. Ama farklı yerden kanasa da yaraları aynı, babasından uzak büyüyen çocukların…

Sahnede, Nazım Hikmet gibi bir figüre özlem ve kırgınlıkla bakmak, baba-oğul ilişkisine dair algınızı nasıl etkiledi?

Seyircinin sahnede izlediği hayat, babasına hasret çeken, bir o kadar da seven ve onunla gurur duyan; ancak özlemi nedeniyle belki biraz kırgın bir erkek çocuğunun hikâyesi. Senerlece hapis yatmış ve sürgün edildiği için ailesinden uzak kalan Nazım’ı, çocuğunu küçük yaşta terk eden bir baba olarak algılamak haksızlık olur. Mehmet’in gözünden bakmak, bu oyun sayesinde baba figürüyle empati yapmamı sağladı diyebilirim. Çünkü en çok kırıldığım kızdığım noktalarda sadece sonuca değil sebebe de odaklanmayı görmem gerektiğini hatırlattı.

Mehmet’in hayatı boyunca yalnızca 15 gün gördüğü bir baba için duyduğu özlem ve mücadele, izleyicilere nasıl bir duygu aynası tutuyor?

Öncelikle oyunun bir biyografi değil, gerçek bilgilere dayalı kurgusal bir metin olduğunu söylemeliyim. Yani Mehmet’in oyunun içinde kronolojik olarak sıralanan yaşam öyküsü doğru, fakat geri kalan kısmı ise babası dünya şairi olan bir çocuğun özlemi ve mücadele şekli yazarımızın dünyası hayal gücü.

Mehmet ‘in bu yaşamdaki son günüyle başlıyor oyun. Raflarda tüm hayatı gözünün önünden bir film şeridi gibi geçerken, babasını, yaşamını, tercihlerini ve en çok da kendisini sorguluyor. Bu yönüyle bu oyun izleyiciye, hayattayken ve hâlâ vakit varken bazı yaralara empatiyle yaklaşma, mümkünse onları onarma fırsatı ve farkındalığı sunuyor.

Münevver Andaç’ın hikayesini, dönemin kadınlarına dair toplumsal baskıların ve kişisel sorumlulukların bir yansıması olarak nasıl yorumlarsınız?

Bir oyuncu olarak Mehmet’in gözünden bakınca, annesi Münevver Andaç, dünyadaki en kıymetli varlığı. O dönemde “komünist şairin metresi” olarak anılmış olsa da karşımızda dimdik durabilen, entelektüel bir kadın ve iyi bir anne figürü olarak çıkıyor. Üstelik yaptığı çevirilerle Nazım Hikmet’in dünya şairi olmasındaki katkıları da azımsanmayacak kadar fazla.

Oyunu izleyen gençlere veya bu tür hikayelerle daha yeni tanışanlara, “Babam Dünyanın En Büyük Şairi”ni izlemeleri için neler söylemek istersiniz?

Bugüne kadar şiirleriyle, aşklarıyla ve vatan hasretiyle tanıdığımız Nazım Hikmet’i, çok görmediği ve pek bilmediği oğlunun gözünden görmek, aynı zamanda Nazım’ın şiirleri ve şiirlerinden bestelenmiş şarkılarla bir baba-oğul yolculuğuna tanıklık etmek isterseniz, Babam Dünyanın En Büyük Şairi oyununu izlemenizi tavsiye ederim.

Dr. İpek Wiesman’ın hem yazar hem de yönetmen olarak projedeki varlığı, sizin performansınızı nasıl şekillendirdi? Yaratıcı süreçte nasıl bir sinerji oluştu?

İpek, 25 yılı aşkın süredir dost olduğum ve kalemini çok sevdiğim bir yazar. Bu projeyi yapmak istediğimizi söyleyip “Yazar mısın?” dediğimde onun da aynı heyecanı duyması, doğru yolda olduğumuzu hissettirmişti.

Yazım surecinde de gidişata yönelik sık sık toplantılarımız oldu. Oyunu kurgularken çıkış noktamızı yasın beş evresi üzerine (İnkâr ve şok, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme) kurdu. Böylece bir oyuncu olarak meselenin çoğunu yazarken ve masa başı çalışmalarında halletmiş olduk.

İpek Almanya ‘da yaşadığı için hayatımda ilk defa dijital prova yaptım. Onunla yönetmen olarak çalışmak, bu yönüyle benim için farklı bir tecrübe oldu. Görüntülü aramalarla başlayan prova süreci, benim Almanya’ya gitmemle bir süre yüz yüze devam etti. Türkiye’ye dönüşte ise ikinci yönetmenim Yerkan Kahraman sürece dahil oldu. O da duyguları nakış gibi işleyerek oyunun keyifli hale gelmesine büyük bir katkı sağladı.

Oyunun ortaya çıkış sürecinde yapılan provalardan unutamadığınız bir an var mı?

İpek’in küçük bir oğlu var, Till. Provaları online yaptığımız için bir dönem provalarımızı kendi işlerimize göre değil; Till’in uyku, oyun ve yemek saatine göre ayarlamak zorundaydık. Tabii, bu zamanlamaları tutturmak her zaman kolay olmuyordu. Bazen prova esnasında İpek hareretle bir sey anlatırken Till’in gözlerini ovarak gelmesi, “Bugünlük prova bitmiştir” işareti oluyordu 🙂 

Genç oyunculara bu sektörde başarılı olmaları için en önemli tavsiyeniz nedir?

MSM den içeri girdiğim gün duvarda yazan değerli hocam Müjdat Gezen’in bugün bile kendime şiar edindiğim sözlerini paylaşmak isterim “Özgün, özgür, doğal, soru soran, ömür boyu eğitim.

Son olarak, “Babam Dünyanın En Büyük Şairi” oyununuzun gösterim sürecine dair bize neler söylemek istersiniz?

Oyunumuzun ilk gösterimi 18 Kasım’da Bodrum’da yapıldı. İlk gösterime, Nazım’ın şiirlerinden bestelediği müziklerini oyunda kullandığımız çok değerli Zülfü Livaneli de katıldı. İlk gösterimin heyecanı zaten yeterince yüksekti, ancak Zülfü Bey’in şarkılarını onun karşısında, üstelik canlı olarak söylemek heyecanımı katbekat arttırdı. Bunu kelimelerle anlatmak gerçekten zor.

Oyunun sonunda beğenisini görmek ise çok mutlu etti. Kendisine ve ayrıca oyunda bestelerini kullanmamıza izin veren değerli besteci ve yorumcu Ali Kocatepe’ye de şükranlarımı sunuyorum.

Oyunumuz, aralık ayı boyunca her cuma 20:30’da Bodrum Meftun Akademi Nur Subaşı Sahnesi’nde sahnelenecek. Ocak ayından itibaren ise yurt içi ve yurt dışı turnelerle seyircisiyle buluşacak. Oyun programına Instagram hesabımızdan ulaşılabilir: @babamdunyaninenbuyuksairi.