Analog fotoğrafçılık son zamanlarda, hiç olmadığı kadar gündemde. Her şeyi hızlıca dijital yollarla halletmeye çalışan genç moda fotoğrafçılarının aksine hâlâ film rulolarının benzersiz sonuçlarına güvenen fotoğrafçılar mevcut. Bunu dijitale bir başkaldırı olarak ya da grenli dokuların cazibesine yenik düşmek olarak görebilirsiniz. Tıpkı plak ve CD’lerin yaydığı farklı sesler gibi, dijital ve analog makinelerin ürettiği sonuçlar da birbirinden farklı. Pürüzsüz bir mükemmeliyetçilik ve sonucu önceden kestirilemeyen gizemli bir görüntü karşı karşıya…

Kaynak: Robb Report

Jonathan Margolis

Artan masrafları ve zorlukları nedeniyle 2000’li yılların başında fotoğrafçılar dijitale yönelmişti. Ancak 10 yılın sonunda retro ruha karşı artan ilgi, plakların geri dönüşü, Lomography’nin popülaritesi analog fotoğrafçılığı bir anda yeniden gündeme taşıdı. Geleneksel yöntemleri canlandırmak ve güncellemek kültürümüzün bir parçası haline geldi.

Jonathan Margolis

Pek tabii Instagram çağında, birilerinin kopyası olmaktansa herkes kendine özgü bakış açısını ortaya koyabilmek ve bireyselliklerini vurgulamak adına farklı metot ve medyumlara başvuruyor. Elde edilen her bir sonucun farklı oluşu da analog fotoğrafçılığı popüler kılıyor. Yöntemin zorluğu ve benzersizliği de sanatçılar, galericiler ve koleksiyonerler arasında analog fotoğrafçılığı sanat piyasasında önemli bir konuma taşıyor.

Paul Smith

Kodak Alaris’in başkanı Dennis Olbrich bir röportajında şöyle diyor: “Filmle çekim yapmak, karede yer alan kişiye ya da objeye odaklanmanızı sağlar, elde etmek istediğiniz kareyi çekmeden önce birebir kopyasını zihninizde canlandırmanız gerekir.” Belki de tam da bu yüzden analog fotoğrafçılığın yeniden gündemde olmasına pek de şaşırmamak gerekiyor. Alıştığımız hızla tüketimden aslında biraz olsa sıyrılmak, yavaşlamak ve nefes almak istiyoruz. Filmle fotoğraf çekmek de tam anlamıyla bunu sembolize ediyor. Ayrıca, merak her zaman iyidir. Analog makinelerle fotoğraf çekerken sonucu hiçbir zaman bilemezsiniz. Daha “fotoğrafı çek” tuşuna basmadan önce elde edeceğiniz karenin ne olacağını görebildiğiniz dijital makinelerin aksine sürpriz faktörü analoglarda her zaman ön plandadır.

 

Yoichiro Nishimura

 

Galerist, Ocak 2018’te Yusuf Sevinçli’nin Oculus başlıklı sergisine ev sahipliği yaptı. Oculus; çoğunlukla Fransa ve Türkiye’de çekilmiş, siyah-beyaz analog fotoğraflardan oluşan bir sergiydi. İsmini kubbelerin merkezinde bulunan küçük dairesel veya oval pencere ya da yuvarlak delik anlamına gelen, eski Roma’ya özgü mimari bir terimden alıyordu. Elbette serginin bel kemiğini, filmle çekilen fotoğraflar oluşturuyordu.

 

Yusuf Sevinçli’nin Oculus sergisinden

 

Yusuf Sevinçli, süreci şu şekilde anlatıyor; “Çekimler dijital yapılsaydı sadece görsel olarak değil içerik de çok farklı olurlardı; çünkü analog makineyle çekim yapmanın çalışma metoduma getirdiği bir yavaşlık ve sakinlik var, süratle sonuca odaklanmaktansa sürecin uzaması kendi fotoğraflarımla daha samimi ve gerçek bir iletişim kurabilmemi sağlıyor. Dolayısıyla sadece estetik bir tercih değil analog fotoğrafı seçmem. Öte yandan negatif filmin üzerindeki gren, hacim, pelikülün dokusu, karanlık odada kimyasalların üst üste binmesi, benim için önemli olan, fotoğraflarımdaki yaşanmışlık ve dokunulmuşluk hissini güçlendiriyor. Zaman zaman tesadüflere açık olması, her şeyin kontrol altında tutulamaması, ufak kazaların sürprizlere yol açması, teknik mükemmelliğin değil şans eseri oluşan bazı efektlerin işlerimin içeriğiyle çok daha uyumlu bir görsellik yarattığını düşünüyorum.”

 

Yusuf Sevinçli’nin Oculus sergisinden

 

Analog fotoğrafçılığın en eğlenceli yanı ise banyo süreci ve karanlık odalar. Burası gerçek sihrin yaşandığı, kendinizle baş başa kaldığınız, işinizi ve kendinizi yeniden keşfedebileceğiniz en samimi ortamlardan biri. Galerist’teki sergide de bu karanlık odanın bir uzantısı ya da daha doğrusu bir benzeri bulunuyordu. Galeride bembeyaz duvarların arasında ilerlerken bir anda karanlık bir alanla baş başa kalıyordunuz. “Karanlık oda veya sanatçı atölyesi aynı zamanda sanatçının kafasının içinin fizikselleşmiş en görünür halidir. Kişisel olarak da en özel mahrem alanıdır. Tanımadığım yabancı birine, izleyiciye bunu açmak ve paylaşmak çok özel ve zor ama bir o kadar da önemliydi kişisel olarak.”

 

Yusuf Sevinçli’nin Oculus sergisinden

 

İşin aslına bakarsanız dijital ve analog arasındaki yarış yıllar geçse de bitmeyecek. iPhone’ların yardımıyla hızlıca çekebildiğimiz kusursuz karelerin yanında, filme ve karanlık odalara olan ilgi artmaya devam edecek. Ancak Sevinçli’nin şu sözlerini de unutmamalı: “Filmle çalışmak; sabır, sebat ve yoğun emek gerektiriyor. Niceliğe ve hıza değil niteliğe odaklanmayı sağlıyor, yavaşlamanın sağladığı konsantrasyonla beraber küçük detaylarla uğraşabilme disiplinini gerektiriyor. Bir işin sadece yoğun emekler verilerek, analog tekniklerle üretildiği için otomatikman iyi olamayacağı gerçeğini görebilmeyi ve tabii uzun uğraşların sonunda yaşayacağınız hayal kırıklıklarınızla yüzleşebilmeyi gerektiriyor.”