7 Şubat’a kadar Ark Kültür’de görülebilecek ve Kaos GL’nin 20’inci yılını kutlayan “Gelecek Queeer” sergisi kapsamında küratör Övül Durmuşoğlu ile bir araya geldik. Sıcak ev ortamında sergi ve LGBTİ hareketin Türkiye’deki durumuna dair konuştuk.
Burada olmak çok farklı bir duygu. Enerjisi çok yüksek. Gerçek bir ev hissiyatı var. Sergiyi bu şekilde kurgulama fikri nasıl gelişti?
İstanbul’da şu an farklı formatta ve daha ara alanlarda yapılacak sergilere çok ihtiyaç var. Ocak ayında İnci Furni ve Leyla Gediz’in “Kendi Kendine” sergisi trenin kompartımanlarını andıran bir mekân içinde gerçekleşti. “Gelecek Queer”i ev sergisi olarak kurgulamayı çok istedim. Alanlarımız daralıyor ve içinde bulunduğumuz toprakları sorguladığımız zor günlerden geçiyoruz. Bir alan açmak ve bu alanı insanın en temel yeri olan “ev” üzerinden kurgulamak önemliydi. Tabii ki, Kaos GL ve Lambdaistanbul gibi kritik toplumsal örgütlenmelerin başlangıç noktasının ev toplanmaları olması tesadüf değil. Bu sergiyle içinde yaşanabilecek, yeni bir alan düşündüm. “Beyaz küp” tarzı yerlerde sergi yapmanın da keyfi farklı ama şu dönemde insanların ve LGBTİ örgütü üyelerinin kendilerini daha rahat hissedecekleri bir yer daha değerli.
Gerçekten içinde vakit geçirebileceğimiz bir mekân olmuş. Sergide Kaos GL dergisine katkıda bulunan pek çok sanatçı var. Siz bu seçkiyi nasıl yaptınız? “Ev hissiyatı” kriterlerinizden biri miydi?
Aslında değildi. Bu serginin bir geçmişi var, iki yıl önce açık duyuru yapılıyor fakat o zaman kimse ses çıkarmıyor. Kaos da bu projeyi gerçekleştirmek istediği için dergiye iş veren görsel sanatçıları davet etmeye başlıyor. Sonuç olarak önüme bu sanatçıların bir listesi gelince ben de yaratmak istediğim dinamiği şekillendirecek isimleri seçtim. Aralarında ilk kez çalıştığım ama işlerini takip ettiğim sanatçılar da var.
Sergiye kucak açan ARK Kültür’ün de ilginç bir hikâyesi var.
Evin sahibi Sergio, Cihangir’in gay figürlerinden. Ailesi tarafından kimliği sebebiyle dışlanmış ve uzun yıllar bu evde yaşadıktan sonra hayatını kaybetmiş. Bu evin şu anki sahibi olan arkadaşı Gülfem Hanım, Sergio vefat edip ailesi bu evi satılığa çıkarınca başka bir mekâna dönüşmemesi için evi satın almış ve restore ettirmiş. Gülfem Hanım, Sergio’ya ait bu evin çok farklı, ağır kadife perdelerle ve birbirinden değişik objelerle dolu olduğundan bahsetti. Örneğin şu an bulunduğumuz oda bitkilerle bezenmiş bir kuş yuvası gibiymiş. İnci Eviner bizi onunla tanıştırınca, “Herhalde sizi Sergio’nun ruhu çağırdı buraya” dedi. Böylece sergiye çok duygusal bir yerden başlamış olduk ve bu enerji sergiyi epey şekillendirdi.
Bahsettiğiniz duygusal enerji kesinlikle çok güçlü bir şekilde hissediliyor. Bir de “Son dönemde çok fazla insan kaybettik ve gönül borcumuz var” diyorsunuz. Bu da bu enerjiye katkıda bulunmuş olabilir.
2015 hepimiz için çok zor bir yıldı. Türkiye’de LGBTİ hareketine emek veren çok önemli kayıplarımız oldu. LGBTİ’nin sembolleri haline gelen Boysan Yakar, Zeliş Deniz ve Mert Serçe’yi İstanbul’daki bir trafik kazasında kaybettik. Türkiye’de LGBTİ hareketi çok genç bir mücadele ve gerek polislerle gerek de sokaktaki varoluşla mücadelede güçlü olsa da ölümler çok yeni… Bununla başa çıkmak ve bunun üzerinden kendini yeniden kurgulamak kolay değil. 2015’te Onur Yürüyüşü’ne yapılan saldırıyla şaşkına döndük ve oradan nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Yaşananların hemen ardından proje bana gelince bu sorumluluğun altından kalkıp kalkamayacağımı düşünmeye başladım. Ancak yanımda yürüyen yoldaşlar bana güç verdiler. Ben Berlin’de yaşıyorum ve kendi LGBTİ sürecimi orada yaşadım. Türkiye’deki hareketle çok sonradan ilişkilendim, Ankaralıyım ama Kaos GL’nin kapısını o zaman çalmaya çekinmiştim. Gönül borcu oradan da kaynaklanıyor.