Kariyerine Onno Tunç’un asistanı olarak başlıyor, yıllar sonra şehrimizin seslerini bir araya getirip robotların da olduğu bir orkestrada bu deneyimi İstanbullularla paylaşıyor. Çok yönlü sanatçı Sinan Bökesoy’la bir araya gelerek geçmiş ve gelecek projelerine dair sohbet ettik. Sesin duvarlarını yıkan Bökesoy’un ‘Duvar’ isimli ses yerleştirme projesi 18 Şubat’a kadar Sanatorium’da görülebilir.

Yazı:  Naz Cuguoğlu
Fotoğraflar: Eda Emirdağ

sinan-bokesoy-g2

Şu anda nerede yaşıyorsun? Evini ve atölyeni bir arada mı tutuyorsun?
İstanbul ve Paris arasında gidip geliyorum. Büyükada’da yaşıyorum. Evim ve atölyem bir arada. Özel bir atölyeye ihtiyaç duymuyorum. Zaten gerçekleştirdiğim bütün yazılım projeleri için de bir adet el bilgisayarı ve kulaklık yeterli oluyor.

Bir günün nasıl geçiyor peki?
Sabahları hemen çalışmaya başlamıyorum. Güneşten ve doğadan faydalanmaya çalışıyorum. Düzenli spor yapıyorum. Mesai saati dışındaki çalışmalarım da yoğun bir şekilde devam ediyor.

Paris Üniversitesi’nde ‘Bilgisayar müziği’ üzerine yüksek lisans ve doktora yaptın. Çağdaş bilgisayar müziği konusunda uluslararası konferanslarda bildiri sunuyorsun. Müzik tutkun nasıl başladı?
Bunlar aslında alt eylemlerim, ‘hedef kadar yolculuk da önemlidir’ diye bir söz vardır. Akademik çalışmalarımı tutkunu olduğum konuları en iyi şekilde öğrenebilmek için yaptım. Konferanslar ve performanslar bu çalışmaların ispat sürecinin parçaları. Olumlu geri dönüşler ile tutkum daha da arttı. Sunduğum proje ve yazılımların arkasında sağlam bir akademik geçmişimin oluşu karşı tarafta bir güven yaratıyor.

90’lı yıllarda pop müzikle ilgileniyordun. Sonrasında asıl ilgi alanının elektronik müzik olduğunu nasıl keşfettin?
Üniversitede okurken para kazanmam gerekiyordu, bir anda kendimi Onno Tunç’un asistanı olarak buldum. İki senelik prodüksiyon çalışmaları benim için de ayrı bir okul oldu gerçekten. Ancak pop müziğini sevmediğimi fark ettim ve kariyerime aranjör olarak devam etmek istemediğime karar verdim. Ayrıca okulu da zamanında bitirmem gerekiyordu, maalesef Onno da iki sene sonra aramızdan ayrıldı.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında ‘Gelecekten Masallar’ isimli projeyi gerçekleştirmiş ve İstanbul’dan topladığın seslerle dinleyicilere farklı bir müzik deneyimi yaşatmıştın. Bu projenin ortaya çıkış sürecinden bahsedebilir misin?
İstanbul’un ses dokusunu ve bunun içinde bir desen olarak karşımıza çıkan vapur sesi, martı ve ezan gibi ses objelerini canlı olarak dinleyebilecek bir otonom sistem yaratıp bu datayı başka bir mekânda robotik bir performans düzenine aktararak doğrudan etkileşimli bir şekilde sundum. İstanbul’un sesleri davul, bendir, ziller, gong ve silofon gibi ağırlıklı Türk perküsyonlarından oluşan bir elektro akustik performansı tetikliyordu. Sürekli çalışabilecek endüstriyel robot kolları birer icracıya dönüşecek şekilde programlandı. Devasa bir prodüksiyon ama küçük adımlar ve yüzlerce problem teker teker çözülerek sonuca gelindi. Bu yerleştirme projesi kamuoyunda büyük ses getirdi. Ayrıca 2011’de Oslo’da NIME (New Interfaces for Musical Expression) konferansında robotik bölüm ile ilgili bir makale de sundum ve bugün birçok endüstriyel robot kullanan proje bu makaleyi referans gösteriyor.

Robotlardan oluşan bir orkestrayı yönetmek nasıl bir duyguydu?
Konser Çırağan Sarayı’nın bahçesinde Boğaz’a sıfır bir mekânda gerçekleşti. Orkestrada sadece robotlar yoktu. Ney ve düdük gibi enstrümanlarda Türkiye’nin sayılı icracıları yer alıyordu. Aynı zamanda bir yaylı dörtlü de eşlik etti. Hatta eserlerdeki vapur düdüğü seslerini icra etmesi için Barış Manço isimli vapur özel olarak hemen açığımızda bulundu. Kız Kulesi ve Sepetçiler Kasrı’na yerleştirdiğimiz mikrofonlardan sesler aktarıldı. Özel sektör ve kamudan birçok kurumun dayanışma içinde destek verdiği, provasının bile olmadığı çok zor bir prodüksiyondu. Hayallerin bu şekilde gerçekleştiğine şahit olabilmek en kayda değer duyguydu.

sinan-bokesoy-g

Geçtiğimiz senelerde Next Player ve GeoComposer isimli aktif müzik dinleme deneyimi sunan telefon yazılımlarını piyasaya sundun. Bu yazılımları üretmeye seni yönlendiren ne olmuştu?
Son iki senedir yoğun olarak mobil platformda artırılmış ses gerçekliği ve gerçek zamanda üç boyutlu ses uzayı yaratabilen uygulamalar üzerinde çalıştım. Bildiğimiz stereo müzik dinleme paradigmasının çok ötesine geçen ve hâlâ benzeri olmayan özgün uygulamalar. Örneğin stereo müzik kaydına dinleyici olarak müdahale edemezsiniz. Bu uygulamalarda dinleyenin aktif hale geldiği ve mekânda konumunu ve yönünü değiştirerek ses kaynaklarına, müziğin bileşenlerine yakınlaştığı ve uzaklaştığı dinamikler sunuluyor. Özellikle akustik müzik için çok önemli bir imkân. AppStore’da ‘sonicPlanet’ adı altında hepsine ücretsiz ulaşabilirsiniz.

Sanatorium’da gerçekleştirdiğin ses yerleştirmesinin adı ‘Duvar.’ Serginin ismi nereden geliyor?
Duvar en basit mimari birim. Mekânları birbirinden ayırmak, izole etmek için var. Sınır oluşturuyor, otoriteyi temsil ediyor. Görünen duvarlardan daha fazla görünmeyen duvarlar var; insanlar arasında, insan ile kurumlar arasında. İnternet iletişimi bir duvarın (firewall) iki tarafı arasında yapılmak zorunda. Duvarlar bir mekânın akustik özelliğini de tanımlıyor. ‘Duvar’ ses yerleştirmeleri, aslında sadece boş duvarlardan oluşan bir galerinin içinde etkileşimli olarak sanal ses dökümanları koyuyor. Duvarlara yaklaştığınızda, duvarın arkasındaki olaylara şahitlik ediyorsunuz. Duvara olan yakınlığınız, yönünüz, mekândaki pozisyonunuz sürekli bir etkileşim yaratıyor.

Galeride ‘Bahçeler’ ve ‘Yakınlık’ isimli iki ayrı yerleştirme izleyiciyle buluşuyor. Bu yerleştirmeler izleyiciler için ne tür deneyimler sunuyor?
‘Bahçeler’de iki tane karşılıklı duvar var. Biri zoraki, diğeriyse isteyerek oluşturulmuş bir duvarı temsil ediyor. İkisine de yaklaştığınızda arka tarafından insanların toplandığı mekânların sesleri geliyor. ‘Yakınlık’ yerleştirmesiyse ayrı zamanlarda meydana gelen iki savaş sahnesini bir duvar ile birbirinden ayırıyor. Birinin içinde dolaşırken duvara yaklaştığınızda diğerini de algılıyorsunuz.

İzleyicilerin sergiyi gezmesi için de alışılagelmedik bir metot sunuyorsun. iPhone’u da serginin bir parçası haline getiren bu metottan bahsedebilir misin?
Böyle bir etkileşimli yapıya sahip ses yerleştirmesi projesinin kişiye özel bir deneyim haline gelebilmesi için bu şekilde bir çözüm ürettim. iPhone her gün kullandığımız, artık bizim için sıradan bir tüketim aracı. Burada ise ziyaretçinin parametrelerini sisteme aktaran ve bu şekilde ziyaretçiye ses projeksiyonunu 3D olarak doğrudan deneyimleten bir araç haline geliyor. iPhone mekânın akustik şartlarından ziyaretçiyi izole ederek tamamen kişisel bir deneyim yaratıyor. Bunlar yazdığım yazılım ile oluyor ve ziyaretçi bunu AppStore’dan indirebiliyor. Böylelikle bu sanat projesinde, hem aracı hem de içeriği üretmiş oluyorum. Bunlar zaman içinde birbirini geliştirerek daha iyi sonuçlara ulaşacak.

Üretim aşamasında ya da öncesinde ilham aldığın isimler var mı? Neler izliyorsun, okuyorsun?
Klasik eserlerden film müziklerine kadar oldukça geniş bir yelpaze bana ilham veriyor. Sadece akademik önem taşıyan, ama müzik endüstrisinde dinleyiciye ulaşamayan inanılmaz bir içerik var mesela. Uzun süredir teknolojinin müziğin üretim sürecini nasıl değiştirdiğini gözlemliyorum. Mobil cihazlarla test ettiğim fikirler var. Profesyonel ses yazılımlarım var, ayrıca sonicLAB markam ile bunları Holywood bestecilerinden, oyun tasarımcılarına kadar değişik profesyonellere sunuyorum. Güncel yenilikleri, yeni araçları sürekli takip etmek zorundayım; burada isimlerden çok bu mikro/makro hareketler beni ilgilendiriyor. Star olmaktan ziyade, işini iyi yapan kişilerden bahsediyorum. Paris’te doğrudan bu kişiler ile iletişim halindeyim.

Üzerinde çalışmakta olduğun başka projelerin var mı?
Cosmosƒ adlı yazılımım benim çocuğum ve dünyadaki yeri de sağlam, bunu sonuna kadar devam ettireceğim. Bununla bazı performans projelerine geçmek istiyorum. ‘Duvar’ yerleştirmeleri değişik boyutlarda ve uygulamalarda devam edecek. Ayrıca bir robot kolum var, bununla da bazı yerleştirme projelerimiz var, ancak oldukça zor projeler ve biraz zamana yayılmış durumdalar. Kısaca hem developer, hem prodüktör hem de sanatçı olarak üretime devam etmekteyim.