Performans sanatı son dönemde dünyadaki önemli müzelerin programlarında yer almakla kalmıyor, gün geçtikçe daha fazla ön plana çıkıyor. Simfe Burhanoğlu da bu pratiğin Türkiye’^deki genç ve önemli temsilcilerinden Performistanbul’un kurucusu. Burhanoğlu ile bir araya geldik ve platformun gelişim sürecinden çalışma metotları ve gelecek projelerine kadar pek çok konuyu konuştuk.
Yaptığın işleri bir süredir heyecanla yakından takip ediyoruz. İstanbul sanat dünyasında performans alanında son zamanlarda büyük bir açık vardı; sen de genç jenerasyonun alternatif sesini duyuran güçlü projeler düzenleyerek, bu anlamda çok önemli bir adım attın. Performistanbul’u kurmaya nasıl karar verdin?
Teşekkürler, desteğiniz çok kıymetli. Biz de heyecanla üretiyor ve projeleri sizinle buluşturmak için sabırsızlanıyoruz. Dediğin gibi kesinlikle bu alanda büyük bir açık vardı ve birilerinin elini taşın altına koyması gerekiyordu. Kendim de pratik tarafından geldiğim için bedeni araç olarak kullanmanın, her şeyinle kendini seyirci önüne taşımanın ne kadar zor ve aynı zamanda ne kadar zorlayıcı olduğunu biliyorum. Dolayısıyla en çok duygu, enerji transferi hissedilen ve bedenle birleşen sanat disiplininin performans sanatı olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden gerçek yaşam ile sanat arasındaki çizginin ince, transparan olduğu performans sanatına yoğunlaştım; bir şekilde insanlara dokunmak ve bir deneyim yaşatmak istedim.
En önemlisi de bu yüzyılda artık durağan değil, yaşayan işlerin sergilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Canlı sanatın etkisine ihtiyaç duyduğumuza ve performans sanatının bu yüzyılın disiplini olduğuna inanıyorum. Ancak performans sanatı, manevi sanat olduğu ve somut olarak satılamadığı için genelde riskli bulunuyor, getirisi olmadığı düşünülüyor. O yüzden özellikle galeriler performans sanatçılarını sunmaya yanaşmıyor. Kısacası, performans sanatçılarına sahip çıkan ve onları projeler ile buluşturan bir yapı yoktu. Dolayısıyla ben de performans sanatçılarını bir çatı altında toplamaya, var olan projelerine mekân ve kaynak bulmaya, en önemlisi de oluşumların, farklı projelerin performans sanatçısına ihtiyaç duyması halinde onlara ulaşabilecekleri bir platform yaratmaya karar verdim. Bu doğrultuda geçtiğimiz Ocak ayında Performistanbul’u hayata geçirdim. Performans anını satılabilir kılmak, değere dönüştürmek, sanatçıların bu disiplin üzerinden geçimlerini sağlamak ve performans sanatını uluslararası boyutta yaşatabilmek için çalışıyoruz.
Aynı zamanda kişisel hikâyenin de ilginç olduğunu düşünüyorum. Londra’da bale üzerine yüksek lisans yaptıktan sonra performans sanatıyla ilgilenmeye başladın. Katı kuralları olan baleden belki de sanatçıya daha özgür bir alan tanıdığını söyleyebileceğimiz performansa geçiş sürecin nasıl gelişti? Senin için özgürleştirici bir deneyim oldu mu?
Kesinlikle “özgürleştirici” doğru kelime! 12 senelik dans geçmişimde bedeni farklı açılardan inceleme fırsatı buldum. Londra’da bale üzerine yüksek lisansımı yaparken bir dersimin bitirme projesi olarak performans hazırladım. Özgürce, kodlanmamış, alfabesi olmayan bir beden dili kullanmak istedim ve bir art modelle çalıştım. Açık havada, yeşillik bir alanda nü bir performans sergiledik. Modele ne yapması gerektiğini söylemedim, sadece konuyu ve çerçeveyi anlattım. Kendisi o an hissettiği duygu ile bedenini nasıl kullanmak istiyorsa o şekilde ilerledi ve ortaya gerçek, samimi bir iş çıktı. O an bir kez daha fiziksel ve zihinsel açıdan özgür olmanın ne kadar etkileyici sonuçlar doğurabileceğini gördüm. Anladım ki yapmak istediğimin karşılığı performans sanatıymış. Özellikle onunla ilgilenmek için bu alanı seçmedim, doğal olarak buluştuk. Spontanlığını, sonsuz olasılıklarını ve risklerini seviyorum.