Rebul’ün hâlâ lavanta kolonyasından ibaret olduğunu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Atelier Rebul ile yurt dışına açılmaya hazırlanan markanın ortaklarından Nüket Franko Filiba, birçok ülkeden mağa açma talebi aldıklarını söylüyor. Atelier Rebul’un yeni koleksiyonlarının başrolünde ise İstanbul var.

 

Dile kolay 121 yıllık bir markadan bahsediyoruz. Kısaca Rebul’un hikâyesini dinleyebilir miyiz?

Rebul Eczanesi, 1895 yılında Jean Cesar Reboul tarafından İstanbul Beyoğlu’nda

Büyük Paris Eczanesi (Grande Pharmacie Parisienne) adıyla kurulur. Osmanlı’nın son dönemine tanıklık eden ve günümüze kadar kurulduğu yerde yaşamını sürdüren tek eczanedir. Cumhuriyet tarihinin ilk eczacılarından Kemal Müderrisoğlu, 1920’de üniversitenin ikinci yılında staj yapmak için Rebul Eczanesi’ne başvurmasıyla başlayan ve uzun yıllar süren bu ortaklık, zamanla baba oğul ilişkisine döner. Sene 1939’u gösterdiğinde Bay Reboul ülkesine dönerken, eczanesini hayattaki tek yakını olan genç ve çalışkan eczacı Kemal Müderrisoğlu’na devreder. Akabinde eczanenin ismi Rebul olarak değişir. Rebul Lavanda Kolonyası kısa süre içinde Pera’nın erkekleri başta olmak üzere, İstanbul beyefendilerinin kokusu haline gelir. Rebul Lavanda, kolonyadan ziyade daha çok babadan oğula geçen farklı bir mirasa dönüşür. 1981 yılında Rebul Lavanda Kolonyası ile Güzellik Ürünleri Dünya Kalite Kontrol Merkezi’nden altın madalya alınır. 80’li yıllarda “Rebul Silver Line” adlı Türkiye’nin ilk erkek parfümlerinden biri üretilir. O yıllarda Rebul’un fabrikasında ürettiği kolonya, parfüm çeşitleri ve birçok ürün, eczaneler ve parfümerilerde satılmaya başlar. 2000’li yıllara geldiğimizde Türkiye’nin en köklü ve önemli markalarından olan Rebul, geniş kolonya koleksiyonu ve sürekli yeniliklere imza atan ruhu ile 20’den fazla ülkeye ihracat yapar hale gelir. 2013 yılı ise firma açısından dönüm noktalarından biri olur. O yıl Atelier Rebul doğar ve ilk kez perakende sektöründe yer alınır.

 

Atelier Rebul’un doğuş öyküsünü paylaşır mısınız?

Atelier Rebul’un mağaza mimarisinden, ürünlerin ambalajı ve markanın konumlandırılmasına kadar temellerinde Fransız zarafeti ve farmakolojik uzmanlık yatıyor. Şişelerin seçilmesi ve tasarımlarda sadeliğin zenginliği ve 1895’ten beri ödün verilmeyen kalite ön planda tutuldu. Eczacılık geçmişimizden dolayı hem içerik hem de tasarımlarda mutlaka güvenirlilik, doğallık ve samimiyet olmalıydı. Örneğin, kolonyalardaki el yapımı ahşap kapaklar, doğallığımızın; cilt bakım ürünlerindeki sade ve ciddi tavrımız, farmakolojik uzmanlığımızın bir sonucu. Sanırım hepsini bir arada yansıtabildiğimiz ürünler geliştirebildik.

 

Rebul’la yollarınız nasıl kesişti?

2004 yılında tesadüfler sonucu Rebul’un dördüncü kuşak temsilcisi Kerim Müderrisoğlu ve aile dostumuz Korel Bingöl ile yollarımız kesişince ortak olmaya karar verdik. Bu ortaklık Rebul’un markalaşma hikâyesinde bir dönüm noktası oldu. Birbirini en iyi şekilde tamamlayan ve uyum içinde çalışan ortaklar olarak, markamızı hızla büyüterek bugünlere getirdik. Dördüncü jenerasyon ortaklar olarak canla başla, tutkuyla, heyecanla çalışıyoruz. Başarı da başka türlü gelmiyor zaten.

 

Karma eğitime geçilmediği, el işleri derslerinin okutulduğu bir lise ekolünün temsilcilerinden biri olarak o yılları bizimle biraz paylaşabilir misiniz? Bu yıllar size neler kattı?

Evet, Üsküdar Amerikan Lisesi hayatımın en önemli duraklarından biridir. Daha karma eğitime geçilmediği ve geleneksel ev işleri derslerinin okutulduğu son kızlar sınıfındanım. Yemek dersimiz vardı, pizza yapmayı bile öğrenmiştik. Dikiş dersi de vardı. O geleneksel ve köklü yapıyı görebilmek bir şanstı sanırım. Üsküdar Amerikan Lisesi aslında beni ben yapan en önemli öğelerden… Disiplini ve çok çalışmayı orada öğrendim. İnsanın kendini evinde ve güvende hissedebileceği sıcak bir ortamı vardı. O yılların ve okulumun bana kattığı dostluklar ise en önemlisi.

 

Kozmetik sektöründe anne olmanın zorlukları ve güzellikleri neler?

Kozmetik sektöründe kadın olmak bence inanılmaz bir avantaj. Bir kadın olarak hayatımın vazgeçilmez ve önemli tutkularından biri olan kozmetik ürünleri, işimin ta kendisi. Dünya trendlerini çok yakından takip eder, günün gerekliliklerine hızla ayak uydururum. Bunu işim olduğu için değil, keyif aldığım için yaparım. Bunun dışında kadınların detaycı yapısı kozmetik sektöründe büyük önem taşır. Başarının detaylarda saklı olduğuna inanırım. Ortaklarım içgüdülerime çok güvenir. Sanırım bu da kadın olmanın getirdiği bir avantaj. Tabii rekabetin bu kadar yüksek olduğu bir sektörde, hem iş kadını hem de anne olmak beni en çok fiziksel olarak zorluyor. Yoğun iş saatleri, stres ve toplantılar biraz yıpratıcı olabiliyor. Bu yüzden çocuklarım ve eşimle olabildiğince kaliteli vakit geçirmeye çalışıyorum.

 

Rebul’un lavanta kolonyasını bu kadar özel kılan, tarih sahnesinde var olmasını sağlayan sebepler neler?

Rebul Lavanda kolonyası 1938 yılında Rebul Eczanesi’nde ortaya çıkıyor. Önceleri Bay Reboul’un bahçesinden yetiştirilen lavantalarından elde edilen kolonya, daha sonra her yıl Fransa’nın güneyinde, Grasse kentine yakın bölgelerden, gün ağarana kadar toplanan ve kokusuyla fabrikanın ağır havasını yok eden lavanta çiçekleriyle üretilmeye başlanıyor. Rebul Lavanda bir kolonyadan öte, o dönemin en popüler erkek parfümüydü. Rebul Lavanda, lavanta denilince Rebul’ü, Rebul denilince lavantayı çağrıştıran geçmişi ile Osmanlı’dan günümüze ülkemizin klasikleşen kolonyasıdır.

 

İstanbul size hangi kokuları çağrıştırıyor? Yeni ürünlerinizde size nasıl bir ilham kaynağı oluyor?

Atelier Rebul’un doğduğu İstanbul, benim en büyük ilham kaynağım. Markanın geçmişten günümüze biriktirdiği anıları ile İstanbul’u yorumluyoruz. İstanbul geçmişle geleceği, modernle gelenekseli, tutkuyla zarafeti bir araya getiriyor. İstanbul’un farklı mekânları, kokuları ve dokuları ile koleksiyonlarımızın parçası. Örneğin Kapalıçarşı bana tarçın, karanfil, safran ve sıcak baharatlı kokularıyla İstanbul’un tüm zengin renklerini ve gizemini yansıtıyor. İstanbul Koleksiyonumuz’un çıkış noktası buydu. Bin bir çeşit dokuyu, tadı ve kokuyu içinde barındıran ve asaletini hiç kaybetmeyen Pera, doğu ve batının buluşmasına tanıklık ediyor ve bana gül, paçuli, amber gibi kokuları anımsatıyor. Pera Koleksiyonumuz’un kokusunu zarafete övgü olarak tanımlıyoruz. İstanbul’un baharı benim için erguvanlardır. Erguvan Atelier Rebul’un Kolonya Koleksiyonu’nda özellikle yer verdiğim bir kokuydu.

 

Atelier Rebul’u dünya markası yapma gibi bir hedefiniz var. Bu doğrultuda ne gibi adımlar atıyorsunuz?

Mağazalar ve marka, uluslararası platformda hem basın hem de yatırımcılar tarafından dikkat çekiyor. Atelier Rebul kalitesi ve başarılarıyla, dünyanın en prestijli dergilerinden Monocle’da kendinden bahsettirmeyi başaran ilk Türk kozmetik markası oldu. Atelier mağazaları, “Louis Vuitton City Guide İstanbul” rehberinde İstanbul’un olmazsa olmaz adresleri arasında gösterildi. Dünyanın birçok ülkesinden İran, Lübnan, Almanya, Dubai, Azerbaycan, Fransa, Avusturya ve Danimarka’dan Atelier Rebul mağaza açma talepleri var. Her pazarın kendi özellikleri oluyor. Yabancı pazarları çok iyi tanımadığımız için, doğru partnerlerle oralara gitmeye çalışıyoruz. Emin adımlarla ilerleyebilmek için de biraz yavaş hareket ediyoruz. Ama 2016 son çeyrekte ilk gireceğimiz ülke Danimarka olacak. Başardıkça Kuzey Avrupa ve Avrupa’ya açılacağız. Aynı anda Orta Doğu’daki talepleri de değerlendireceğiz. Bu çok uzun soluklu bir koşu ama Atelier Rebul olarak koşuya hazırız.