Aydın Büyüktaş İstanbul’un kent dokusunu alt üst eden seriler hazırlayarak, şehrin en güzel mekânlarına şaşırtıcı bir boyut kazandırıyor.

 

RÖPORTAJ: AYKUN TAŞDÖNER

 

Fotoğraflarınızla farklı bir İstanbul görmeye başladık bir anda. Hatta sıkıldığımız turistik ikonlardan uzaklaşmak iyi geldi diyebilirim… Ne zamandan beri böyle bir proje yapma fikri vardı?

2003 – 2004 yıllarında görsel efekt ve animasyonla ilgilenmeye başladım. Çocukluğumdan bu yana rüyalarımda gördüğüm ve hayalini kurduğum gerçek üstü mekânları bir şekilde hayata geçirebileceğimi anladım bu sayede. Çocukluğum Isaac Asimov ve H. G. Wells gibi bilim kurgu yazarlarının kitaplarını, Bilim ve Teknik dergilerini okumakla geçti. Bu kitaplar solucan delikleri, karadelikler, paralel evrenler, kütle çekimi, uzayın ve zamanın bükülmesi gibi konuları sorgulamamı sağladı. Zihnim beni yanıltmıyorsa 2006 yıllarıydı. Michio Kaku’nun “Hyperspace” kitabını okuyordum ve orada şöyle bir soruyla karşılaşmıştım: Yaşadığımız mekânın üzerinde bir kara delik oluşursa uzayı, zamanı ve mekânı nasıl bükebiliriz? O dönemlerde üç boyutlu çalışmalarda mekân bükme işlemleri yapılıyordu ama bunu fotoğraf alanında 3D kullanmaksızın yapma fikri bana daha yaratıcı geldi.

sürreal 1

 

“Flatland: A Romance of Many Dimensions” (Düzülke) kitabını serinizin ilham kaynağı olarak belirtiyorsunuz. Kitapla ne zaman tanıştınız ve “Ben de İstanbul’a bu açıdan bakabilirim aslında” fikri nasıl belirdi?

Kaku “Hyperspace” kitabında dördüncü boyuttan bahsederken Edwin Abbott’ın “Flatland: A Romance of Many Dimensions” kitabından örnekler kullanıyordu. Kitabı böyle keşfettim. 1884’de yazılmış kitabın boyutları birbirine bağlama şekli ve boyutlar arası geçişin algılanmasındaki zorlukları, basit örneklerle anlatması beni çok etkilemişti. Kitabın boyutlar arası geçiş ve ikinci boyut ile üçüncü boyutu anlatma çabasıyla benim üçüncü boyutu kavrama şeklim örtüşmüştü. Uzaydan gelen üç boyutlu “Küre”, “Flatland” kitabının kahramanı “Kare”yi üçüncü boyutu algılaması için yukarıya, üç boyutlu bir âlem olan Spaceland’e çeker. Böylece “Kare”, yaşadığı iki boyutlu mekânı ilk kez üç boyutlu uzaydan görme şansı bulur. Fotoğrafta uzayı bükme fikri, İstanbul’a da bu gözle bakabilirim düşüncesiyle o anda birleşti. Projemle bu kadar örtüşen kitabın ismi ironik olarak da çalışmalarımla çok uygundu.

 

Farklı şehirlerle de aynı projeyi devam ettirme düşüncesi var mı?

İstanbul yaşadığım şehir. Dolayısıyla burayı mekân olarak seçmem de kaçınılmazdı. New York’ta yaşasam orası olurdu. Bu seriye Ankara ve diğer şehirlerde keşfettiğim mekânları da ekleyeceğim. Fransa, Almanya, Çin ve ABD’de gördüğüm ve ilgimi çeken bazı mekânlar üzerinde de çalışmak isterim.

 

3D, sinemaseverleri genelde ikiye ayırır. “Flatland” serinizde olduğu gibi manipüle edilmiş fotoğraf kareleri de aynı “dışlanmışlık” hissini veriyor mu izleyicide?

Evet, geçmişte bu şekilde bir ayrım fotoğraf için de geçerliydi. Aslında projeyi 3D olarak hazırlama gibi bir fikrim yoktu. Manipülasyona hiç bulaşmadan fotoğrafları analog yöntemlerle kolaj olarak birleştirmeyi planlıyordum. Bu yüzden çekimlere başlamadan önce iki ay gibi bir müddet boyunca planlama yapmam gerekti.

 

Planlama demişken… Bir kareyi çekerken Galata Köprüsü’nü gördüğümüzü ele alalım; kaç farklı açıdan fotoğraf çekiyorsunuz ve kaç fotoğraf karesini bir araya getiriyorsunuz?

İşe üç boyutlu şehirler kurgulayarak başladım. Sanal fotoğraf makineleri yaratarak binlerce kare örnekler aldım. Böylece fotoğrafların çekileceği noktaları, eğimleri, hangi karelerin hangi açılardan birleşeceğini önceden planlamış oldum. Bu sayede çekim sırasında her şey çözülüyor ve manipülasyon yapmaya ihtiyacınız kalmıyor. Hatta her şeyi o kadar ince ayrıntılarıyla hesapladım ki filmle çekim yapıp karanlık odada bile basabilirdim. Sonuçları başta analog kolaj yöntemiyle sergiledim. Ancak anlatmak istediğim şeyden farklı bir yola saptığımı fark ettim. Bu yüzden kolajdan vaz geçtim.

 

İstanbul’u mimari açıdan değerlendirirseniz hangi kelimelerle tarif etmeyi seçerdiniz.

Yığın. Kaotik. Her şeye rağmen güzel.

 

Kadıköy rıhtım ve Haydarpaşa, hem kişisel serilerinizde hem de reklam çalışmalarınızda başrolde. Mekânın sizin için kişisel bir anlamı mı var?

Kadıköy benim yaşam alanım. Bu yüzden semti sürekli olarak arka fon kullanmakta bir sakınca görmüyorum.

 

“Gravity” serisinde de manipülasyona uğramış karelerle karşı karşıyayız. Fotoğraf karelerini manipüle etme ihtiyacını neden hissediyorsunuz?

“Gravity” serisi Beyoğlu ve Karaköy civarındaki yokuşlarda çekilmiş fotoğraflardan oluşuyor. Aslında yaptığım tüm serilerde fiziksel manipülasyonlardan kaçınıyorum. Hedefim algıyı bozmak. Var olanı olduğundan farklı göstermek. İçinde yaşadığımız gündelik mekânlar hakkında farklı hikâyeler anlatmak.

sürreal 2

“Flatlands” ve “Gravity” serilerini göz önünde bulundurursak Edwin Abbott’ın eseri dışında “Inception” filmi ne ölçüde size ilham veriyor?

Christopher Nolan en beğendiğim yönetmenlerden biri. “Interstellar”a da bayıldım. Bilim kurgu ile ilgilenip Nolan’ın filmlerinden etkilenmeyen yoktur herhalde. Aslında Nolan’ın filmleri bilim kurgu türünde. Ancak bunu öyle bir estetik dille anlatıyor ki… “Inception” filminde kurguladığı üç boyutlu dünya görsel anlamda nefes kesiciydi. Filmdeki mekân bükme sahneleri de çektiğim kareleri gören insanların aklında anında canlanıyor ve pek tabii yapımdan etkilendiğimi düşünüyorlar.

 

Yeni seri için planlarınız var mı?

Kafamda o kadar çok seri var ki önceliği hangisine vermem gerektiğini bilmiyorum.  Öncelikle bu seride 180 ve 360 dereceli açıları tamamlamak istiyorum. Arada “Paralel Evrenler 3” ü çekmek istiyorum. Daha sonra bütçesini ayarlayabilirsem “Flatland” serisinin videoları olacak. Bu videolarda da manipülasyonlardan kaçarak mekân algısının baştan yaratılacağını söyleyebilirim. Fotoğraf, video ve 3D destekli bilim kurgu ile ilgili farklı seriler devam edecek.