Ali Ertem ve Fatih Sarıkan’la nam-ı değer “Âlemin Üstafları” ile radyoculuğu konuştuk.
Yıllarca üst düzey yönetici pozisyonlarında görev almış Ali Ertem ve Fatih Sarıkan. Beyaz yakalı olmak hayatın biraz çabayla aslında hiç de sıkıcı olmayacağını hatta ufak riskler almanın insanların önünde pek çok güzel kapı açabileceğini kanıtlıyorlar adeta. İkili Radyo24 Spor’da hafta içi her gün saat 19.00 ile 21.00 arası yayındalar. Âlemin Üstadları programı ile 2004 yılından bu yana radyo camiasının önemli isimleri arasında yer alan ikiliyle yaptığımız bu samimi röportaja muhakkak göz atın, kim bilir belki sizin de önünüz açılabilir.
Dinamikliğinizi neye borçlusunuz? Bu iki kişi nasıl bir araya geldi?
FATİH: Bu iki kişi bir araya hiçbir inisiyatifle gelmedi. Biz iki kardeş şirkette yönetici pozisyonda çalışan ve beyaz yakalı olarak adlandırılan iki insandık. Dolayısıyla Ali ve benim ortak iş yaptığımız dönemler de oldu. O sayede tanışmış olduk.
ALİ: Benim yöneticim daha sonra Fatih’in yöneticisi oldu. Sonrasındaki ortak toplantılarda da hep karşılaştık. Bir gün çizgi roman muhabbeti döndü ve örneğin “kızıl maskeli yunusların adı neydi” gibi sorular sordum. Bu kadar gereksiz bilgiyi benden başka bilenler var diye de mutlu oldum. Sokakta büyüdüğümüz yıllarda o zamanlar cep telefonu vs. de olmadığı için ya bisiklete binilir ya da top oynanırdı. Havanın karaması ile baba gelmeden önce eve girilirdi. Aynı nesilde büyüdüğümüz için de birbirimizi iyi anlıyoruz. Ben 20 sene kurumsal satıştaydım. Fatih hâlâ çalışıyor. Beraber pek çok toplantıya girdik fakat asla ciddi olmayı başaramadık. Hep eğlendik. Sonrasında ben ayrıldım zaten.
Peki, radyo programcılığı fikri nasıl doğdu?
Bu ilk olarak bizim kararımız değildi. Tanışmaya da radyoculuğa da kendimiz karar vermedik. Ortak bir dostumuz vasıtasıyla oldu. Geveze ile beraber konuşurken bize “siz benim programa gelsenize” dedi. Hayli gereksiz bilgiyi bildiğimiz için de birbirimize “üstat” diyorduk. Biz de “tamam” dedik. İlk olarak 2004 Temmuz ayında çıktık ve bugünlere geldik. Tüm konuşmalarımız doğaçlamaydı çok da beğenildi. Beyaz yakalı olduğumuzdan dolayı her cuma takım elbise ve kravatla radyoculuk yapıyorduk. Diğer radyocular şortla program yapıyorlardı. Standart hayatlar sürdürüyor insanlar. İyi okul kazanmak, iyi işe alınmak… Biz bir farklılık yaratmak istedik, hayatımıza da farklılık katmak istedik. Şunu gördük ki bunu biz yapabildik ve yapabiliyoruz. Farklı şapkalarımız olmasına rağmen bize çok iyi geldi… Geveze daha sonra radyo kanalı değiştirdiğinde biz de onunla beraber gideceğiz sanmıştık fakat bir baktık onun saatinden boşalan yer bize kaldı ve tamamen bizim yaptığımız bir radyo programı oldu. Tabii bunda Cem Hakko’nun büyük payı var.
Programlarınız hep saatinde ve gecikmeden yapılıyor. Bu disiplin beyaz yaka geçmişinizden mi geliyor?
Kişilikten gelen bir şey. Öz saygı diye bir şey var. Bir iş 07.00’de başlıyorsa o anda başlamalı. Biz yayın saatini aksatanlara şaşırıyoruz. Dakik olmak, zamana ve karşındakine saygılı olmak en doğrusu. Sabah 07.00’deki program için saat 05.00’te kalkman lazım. 05.30’da evden çıkıp yayında olacaksın.
Peki, bu sizi yormuyor mu? Sabah o saatlerde kalkmak, yayına başlamak ve diğer işinize gitmek…
Bunlar hep kendi kararlarımız doğrultusunda olduğu için daha az uyuyabilirim. O akşam üstatla bir yerdeki konsere de gidebiliriz. O gece üç saat de uyuyabiliriz. Sonuçta haftanın beş günü de bu tempo böyle olmuyor. Bazı şeylere “hayır” demeyi de öğrenerek dengeleyebiliyorsunuz. Ayrıca bugün biraz ben yorgunum sen konuş vs. gibi olaylar da olamaz, olmamalı. Zaten insanın sevdiği işten para kazanması kadar güzel bir şey yok. Bazen dilimiz sürçer ve sanki hiç olmamış gibi yapmayız. Güleriz. Yayında da “mış” gibi yapmadığınız zaman yorulmuyorsunuz.
Çoğu kişi sizi izliyor, esprilerinize gülüyor. Çok sayıda insanın hayatına dokunuyorsunuz. Bu size nasıl bir his veriyor?
Büyük bir sorumluluk veriyor. Komik olduğumuzu iddia etmiyoruz. Programın komik olduğu da iddia etmedik. Fakat iddiamız şu. Samimi ve enerjik bir program yapıyoruz. Komiklik göreceli bir şey. İnsanlar da o enerji ve samimiyeti alıyor sanıyorum ki. Biz ne yaşıyorsak mikrofonda da onu konuşuyoruz. Stüdyoya girdiğimiz zaman bambaşka bir maske takmıyoruz, neysek oyuz. Önceki kanalımız Alem FM ile Radyo 24 arasında geçen 30 günlük boşluk sırasında sosyal medyadan bizi çok duygulandıran geri dönüşler aldık. Bu şekilde sizi ısrarla isteyen bir kitle oluşmuşsa bu beraberinde büyük bir sorumluluk getiriyor. Bunun üzerine biz de bugüne kadarki şuursuzluğumuzla aynen devam etmeye karar verdik. İnanıyorum ki programımızı ne başka bir çift bizim gibi yapabilir, ne Ali Üstad’sız Fatih Üstad, ne de Fatih Üstad’sız Ali Üstad yapabilir. Çünkü bu programın hazırlığı kişisel olarak bu dünyada geçirdiğimiz 50 yıla ve birlikte geçirdiğimiz 15 yıla dayanıyor.
Kendi arkadaş gruplarınızda da aranan isimlerden misiniz?
Yok değiliz. Hatta bizi de alın aranıza diye çırpınırız!
Takip ettiğiniz radyo programları var mı?
ALİ: Geveze’yi ve Power FM’in sabah programını diliyorum. Onun dışında gün içerisinde bolca müzik dinliyorum. O saatlerde yoldaysam eğer Geveze, Bay J ve Power FM dinliyorum.
FATİH: Onlar bizim arkadaşlarımız zaten. Bütün radyocular meslektaşlarımız ve dostlarımız. İnanın kendine has ve fedakâr bir meslektir radyoculuk. İnsanın kendinden bir şeyler vermesini ister. Karşılığını hayal ettiğiniz anlamda alamayacağınız bir sektördür. Dolayısıyla hepsi biraz amatör ve maceraperesttir. O anlamda da hepsi saygı duyduğumuz dostlarımızdır. Ben de Bay J ve Geveze dinliyorum. Bazı önemli günlerde ise tematik radyolardan yana kullanıyorum tercihimi. Çünkü o gün bizim özel bir şeyler yapmamız gerekebilir. 18 Mart, 29 Ekim, 30 Ağustos gibi…