Michael Muller ve Rob Lowe. Yakın arkadaşken önce ikili olarak müzik yapmaya başlayan, daha sonra dört yetenekli müzisyeni daha kadrolarına ekleyerek Balmorhea adını alan grup bir kez daha Salon İKSV sahnesinde hepimizi derin bir müzikal yolculuğa çıkarmaya hazırlanıyor.
Yaptıkları müziği belli kalıplara sokmaya, belli isimlerle tanımlamaya çalışmayın. Zira parçalarını dinlerken başladığınız noktadan çok farklı bir yerde gözünüzü açabilirsiniz. Biz onları daha yakından tanımak isteyenler için aklımızdakileri soruya döktük.
Ne zaman ve nasıl Balmorhea’yı kurma kararı aldınız? Grup ismini nereden alıyor?
Rob Lowe: Michael (Muller) ve ben birbirimizi çok eskiden tanıyoruz. İkimiz de küçükken aynı yaz kampında çalışmıştık. Ben Teksas Üniversitesi’nde okumak için Austin’e taşındığımda Michael ile çok yakın arkadaş olduk. Söz konusu müzik olduğunda benzer zevklere sahiptik ve böylece birlikte müzik yapmaya ve çalmaya başladık.
Ben Batı Teksas’ta, Midland’de büyüdüm. Her sene yazın otomobille Midland’den çok daha küçük, yaklaşık 500 kişinin yaşadığı Balmorhea’ya giderdik. Benim için bir tür çocukluk hayali gibiydi, çok önemli bir yeri vardı. O zamanlar yaptığımız müziği dinlemek bana Balmorhea’ya giderken hissettiklerimi çağrıştırıyor.
Aslında ABD’nin Teksas eyaletindensiniz. Sizce doğup büyüdüğünüz yer müziğinizi etkiliyor mu?
Rob Lowe: Müziğimizde özellikle de albümlerimizin, şarkılarımızın adlarında ve tabii ki grubumuzun ismindeki başlıca ilham kaynağımız geldiğimiz yer. Austin genel olarak muhteşem bir şehir. Büyüklük olarak ABD’deki diğer tüm şehirlerden çok farklı. Orası müzik dolu bir yer ve Austin’de yaşayan herkes müziğe tutkun.
Grubunuzda size eşlik eden dört üyeniz daha var. Onlar parçalarınızın üretim sürecinde ne kadar etkili oluyor? Birbirinizden ilham alıyor musunuz?
Michael Muller: Rivers Arms albümünü yaparken ikimiz de parçalara yaylıları eklemek istediğimizi biliyorduk ve bir bütün olmasını istiyorduk. Yaylıları çalanlar kendi kompozisyonlarını yazıyor ama ağırlıklı olarak bir parça fikri ya da onu tamamlayan bölümlerin genel hatları genelde Rob ve benden çıkıyor. Hatta bazen tek bir melodiyle başlayabiliyoruz ve prova yapmaya başladıktan sonra gerisi kendiliğinden gelişiyor. Aslında aklımıza gelen bir şeyi fikre dönüştürüyoruz, tamamen ortak çalışmaya dayalı bir süreç.
Müziğiniz çoğunlukla enstrümantal ve her zaman sıcak, melankolik ve kesinlikle hayalperest. Siz bestelerinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Sizce yaptığınız müziğin bir türü ya da kategorisi var mı?
Rob Lowe: Bence bizim müziğimiz tam olarak hiçbir türe uymuyor. Enstrümantal diyebiliriz ama bu tam olarak bir tür değil. “Post-rock” diyebiliriz ama bu da tam olarak doğru bir tanım değil. “Post-klasik” biraz kulağa garip geliyor çünkü aslında klasik müzikle hiçbir ilgisi yok. Bizim parçalarımız genelde birçok farklı türden izler taşıyor ve tek bir türle tanımlamak isterseniz sonunda hep bir şeyler eksik kalıyor.
2008’den bu yana çalıştığınız plak şirketi Western Vinyl. Grubunuzla aynı ismi taşıyan debut albümünüz de bu ay içerisinde yine Western Vinyl etiketiyle tekrar piyasaya sürülecek. Bu kadar uzun süre aynı plak şirketiyle çalışmak nasıl bir duygu?
Michael Muller: Western Vinyl ile çok yakınız. En başından beri bizi sürekli desteklediler. Bu noktada son derece karanlık ve enteresan bir müziği piyasaya sürerek büyük bir risk aldılar.
Çocukluğunuzun en önemli, en büyük müzikal ilham kaynakları kimlerdi? Sizce onlar bugün de müziğinizi etkiliyor mu?
Rob Lowe: Aklımda babamın bana dinlettiği, aralarında John Prine’ın The Missing Years plağının da olduğu, çok net hatırladığım nostaljik anılar var. Ayrıca çok erken yaşta piyano dersleri almaya başlamıştım dolayısıyla Beethoven’dan Chopin’e kadar çok geniş bir klasik müzik repertuvarını tanıma fırsatım oldu. Babamın 80’lerin sonunda new-age müzik akımından etkilendiği bir dönem oldu, dolayısıyla onun da biraz payı var. Örneğin George Winston. Ve tabii Max Richter, John Cage, Arvo Part, arkadaşlarımın yaptığı parçalar ve beni gece gündüz meşgul eden tüm sesler ilham kaynağım aslında.