Güncel sorunlara yönelik eleştirilerini güçlü sembol ve imgeler aracılığıyla aktaran Serkan Yüksel, iddialı resim ve heykelleriyle biliniyor. Güncel olaylara ve toplumsal süreçlere göre şekillendirdiği metaforlarla sanat dünyasında özgün eserlere imza atan Yüksel ile x-ist’teki ilk kişisel sergisi “Sert Bir Rüzgâr Dolaşıyordu Meydanı” nı, İstanbul’da sanatı ve ilham kaynaklarını konuştuk.
İstanbul’un ruhu eserlerinize nasıl yansıyor?
Serkan Yüksel: Ben daha çok şehirlerin ruhu ile değil de, düşüncelerimi besleyen hissedişlerim üzerinden hareket ediyorum. Ama İstanbul üzerinden bakacak olursak, çalışmalarımda olduğu gibi şehirde de gerginim. Sanırım bu genel ruh halim. İstanbul’un geldiği son durumu hep üzücü bulmuşumdur. Nefes alınabilen semtlere sıkışmak ve bu semtlerin giderek kalabalıklaşması 90’lı, 2000’li yılların İstanbul’unu daha çok özlememe sebep oluyor.
İstanbul’da kendinizi en rahat ya da yaratıcı hissettiğiniz semtler nereler?
S. Yüksel: Yaşamımın 20 yılını Kadıköy’de geçirmiş biri olarak ilk söyleyeceğim yer elbette ki Kadıköy’dür. Birbirlerine yakın mesafeler olarak sırasıyla Moda, Koşuyolu, Caddebostan, Acıbadem gibi semtlerde de nefes alabildiğimi ve daha rahat olduğumu düşünüyorum. Ama atölye yerleşimi olarak çok uzun yıllar Hasanpaşa’daydım. Her yere ulaşımın kolay olduğu, kendi iç yapısını korumuş –ki Fikirtepe’deki gelişmelerden sonra durumu ne olur bilemem- sessiz sakin bir semttir.
Serginin isim hikâyesi var mı? Varsa bahsedebilir misiniz?
S. Yüksel: Açacağım serginin ismi “Sert Bir Rüzgar Dolaşıyordu Meydanı”, Enis Batur’un 2002 yılında, ben Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nden mezun olduğum yıl yayımladığı ‘Bir Varmış Bir Okmuş’ isimli kitabından alınmış bir cümledir. Enis Batur bu kitabında kurmaca bir William Tell hikayesini farklı düşünme biçimleriyle ve büyük bir ustalıkla anlatır. Dolayısıyla benim metaforik anlatımlarım için de zemin sağlamıştır. Serginin temel fikri, 2004-2005 yıllarında yaptığım bir dizi heykel taslağından ve desenlerden yola çıkarak yaşadığımız toplumsal süreci de değerlendirerek son halini aldı.
Serginizi hazırlarken ilham aldığınız kaynaklar var mı? Varsa bunlardan bahsedebilir misiniz?
S. Yüksel: Bu sergiyi hazırlarken önceki dönemlerimde yaptığım çizimlere, taslaklara ve oraya buraya yazılmış notlarıma bakmıştım. Belirttiğim Enis Batur kitabını bir çok kez daha okuyup notlar çıkarıp, düşündüğüm noktalarla ilgili çokça olmasa da araştırmalar yaptım. Bunun içerisine kimi kez müzikten çoğunlukla edebiyattan esin kaynaklarım, en çok da yaşadığımız süreç dahil oldu.
Kullandığınız metaforlar hangileri?
S. Yüksel: Kullandığım metaforlar bana göre bir düşünce sisteminin açılımlarıdır ve yaşadığımız güncel olaylara, toplumsal süreçlere göre değişkenlik gösterir. Her birini tek tek anlatmak çalışmaların sır perdesini aralamak olur. Ben izleyicinin üzerine düşünmesini kendi gerçeklikleriyle başka çıkarsamalarda bulunmasını tercih ederim. Ama illaki bir örnek vermem gerekecekse ilk aklıma gelen durum bir çekirgenin sıçrayışı ile gittikçe berbatlaşan başka bir durumu göstermek isteyebilirim. Ya da bir doğa katliamından bahsedeceksem, üzerine geçiş ücretleri, vergiler filan gibi düşünceleri de ekleyeceksem köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek ile ilgili günümüz gerçekliğiyle örtüşen çeşitli metaforlardan bahsedebilirim.
Resim ve heykel alanında tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
S. Yüksel: Herhangi bir tarz takıntım yok. Çizgi çıkışlı işler üretiyorum ama dünya üzerideki bir toz zerresi olarak kütleyle olan bağlarımı hiçbir zaman koparmadım. Çalışmalarımda tek istediğim kendim olabilmek, kendim kalabilmek.
Eleştiri aracı olarak sanat sizin için ne anlama geliyor?
S. Yüksel: Sanatın eleştirel bir yanı olması gerektiğini düşünüyorum. Bu bir zorunluluk değil, benim düşüncem, benim beklentim. Ama insanlara bir şeyler göstermek, paylaşım, konuşabilme ve söz söyleyebilmenin bir uzantısı. Bu sebeple boş konuşmaktansa dolu dolu anlatabilmeyi tercih ediyorum.
Sanatsal üretim ve ilgi açısından, İstanbul’da zaman içerisinde algısal bir değişim olduğunu düşünüyor musunuz? Koşullar ve insanların algısı nasıl değişti?
S. Yüksel: Algısal bir değişim gözle görülür bir şekilde var. Dünya gittikçe globalleşiyorken bizim yapısal olarak içe doğru çöküşümüz, sanırım diğer bakış açılarıyla birlikte mağaralarda yaşamamızı zorunlu hale getirecek. Bu sebeple zamanında, Jean Dubuffet’nin yazdığı ‘Boğucu Kültür’ kitabını başucu kitabım olarak belirlemiştim. Ara ara dönüp bakıyorum, ülkemizdeki eğitim sistemini düşünüyor ve kızımın geleceği için endişeleniyorum. Ama endişelenmekle kalmayıp “Sert Bir Rüzgar Dolaşıyordu Meydanı” isimli sergimi bu sebeplere dayandırarak açıyorum.
Sizin için defterin anlamı nedir? Nasıl bir defter kullanıcısısınız?
S. Yüksel: Defter benim başka dünyalarımın kapılarının anahtarıdır. Uzun yıllar defterlere çok ciddi zamanlar ayırmış biri olarak kendimi deftersiz düşünemiyorum. Bir zamandır çokça vakit ayıramasam da sanırım deftere karşı vefakar bir kullanıcıyım.
Eski ve yeni sanatçılardan birinin eskiz defterini görmeniz mümkün olsa bu kim olurdu?
S. Yüksel: Uzun zaman önce bir sosyal paylaşım sitesinde Pat Andrea’nın defter paylaşımlarını izlemiştim. Onun defterlerini ya da Sigmar Polke’nin defterlerini inceleyebilmeyi isterdim. Düşündükçe bu liste sanırım uzar.
İlk kişisel serginizden bugüne kadar sizin dünyanızda neler değişti?
S. Yüksel: Öncelikle okuma, araştırma ve buna bağlı olarak düşünme sistemimin, kavramlara bakış açımın değiştiğini söyleyebilirim. Açtığım sergilerin kataloglarını ya da çalışmalarımın arşivini incelediğimde düşüncelerin, kavramların ve tekniklerin gelişimini görebiliyorum. Ama yaptıklarıma bakıp düşünmekten çok yapmak istediklerimi düşünmek beni daha çok heyecanlandırıyor. Bu yüzden kendi arşivini ve yaptıklarını sık sık kurcalayan biri değilim. Hepsinin arkasındayım, hepsi benim ama yol da benim.